5.Bölüm: Bazı insanlar neden ilgisiz ve sevgisiz olur?

    Onu her geçen gün daha çok düşünüyor ve gittikçe daha çok bağlanıyordu. İki veya üç hafta aralıklarla duygusunu biraz daha belli edecek mesajlar atıyor, daha ileri gitmiyordu. Onun sevgisinden ve ilgisinden emin değildi, bir tuhaflık sezmişti. Bu sıra dışı durumu çözemiyordu. Küçük bir çocuğun yaşını ve zekasını aşan bir olayı anlayamaması gibi değişik bir durum vardı ortada…
    Bir kadının kendini bir erkeğe teslim etmesi, her şeyiyle ona ait olması kolay bir şey değildir. En mahrem yerlerini bir erkeğin görecek olması, en gizli duygularını bir erkeğin bilecek olması zor bir karardır. Buna karar vermek kolay bir şey olamaz. Ama bu kararın zorluğundan öte, bazı kadınlarda değişik bir ilgisizlik, sevgisizlik olur. O da bunu çözmeye çalışıyordu.
    Denizi gören bir lokantada, ikindi vakti, Mimar ve Kimyacı ile birlikte yemek yiyorlardı. Kimyacı, kadınların duygusunu belli etmeme ve zor karar verme nedenini önce cinselliğe bağladı:
    “Bir kadınla ilgilenmek, ona talip olmak;aynı zamanda o kadına, ‘seninle cinsel olarak da birlikte olmak istiyorum’ demektir. Kadın ‘evet’ demekle, teslim olmakla, aynı zamanda onunla cinsel birlikteliği de kabul etmiş oluyor. Kadın bunu düşünür… O nedenle kadın direnç gösterir, naz yapar. Çünkü bu cinsel birliktelik, öyle sanıldığı kadar basit bir olay değildir. Bazen yeni hayatlar kuruluyor, bazen de birden çok kişinin hayatı bitiyor… Bu basit bir karar değildir. ”
    Kimyacı, daha sonra kadınların ilgilenmediği ama arkadaş olarak gördüğü kişilerden bahsetti:
    “Bazı kadınlar ilgilenmediği, cinsel istek duymadığı kişilerle dostluğunu ilerletmek istemez. İş yerinde veya okulda onu arkadaşı gibi görür. Aslında kadınla erkeğin arkadaşlığına pek güvenilmez, her an niyetleri kayabilir. ‘Biz arkadaşız, kardeş gibiyiz, kankayız’ derler ama sonra yürümeye başlarlar. Zaten işyeri aşkları çok tehlikelidir. Bir ilişki başladığında, yeni bir dizi başlıyor gibi herkes sizi izler, sizi konuşur. Sadece konuşmakla kalmaz, kıskançlıklar, oyunlar, ilişkiyi bozup kendi evlenmek isteyenler çıkar. Devam etmesi ve neticeye ulaşmak çok düşük bir olasılıktır. Sonuçta ya erkek işinden olur ya da kadın. Belki ikisi birden işten atılır veya ilişki sona erebilir. O nedenle, büyük firmalar aynı işyerinde karı-koca çalıştırmazlar.”
    Mimar, anlamamış gibi baktı. Doğru anlayıp anlamadığını teyit etmek için özetledi:
    “Yani bazıları seni sadece arkadaş olarak görür demek istiyorsun… Özellikle iş yeri ve okulda birisi tepki vermiyorsa, seni sadece arkadaş olarak görüyor diyorsun, öyle mi?”
    Kimyacı devam etti:
    “Öyle, evet. Ayrıca işyerinden biriyle aşk yaşamak veya okuldan bir arkadaşla evlenmek çok zordur. Bunlar hayal edilmesi en romantik ve yaşanması en kolay ilişki gibi görülür. Ama acı gerçek şu ki; en olaylı ilişki türleri bunlardır.”
    Mimar:
    “Bir ilişkinin başında, karşımızdaki kişinin az çok ilgisi olup olmadığını anlarız. Hoşlanmadığını belli ettiğinde ısrar etmemek lazım. Mesajlarından, konuşmasından, bakışından belli olur. Bazıları kırmamak için susar, cevap vermez. Aslında susmak yerine, açık açık duygularını ifade edip, karşı tarafı şüphede bırakmamak daha doğrudur.”
    Mimar konuşmasını bitirdiğinde, o hemen cevap verdi:
    “Bunu anlamak çoğu kez bu kadar kolay olmuyor. Bir kadın; duygusunu ve sevgisini belli ettiğinde, özlediğini söylediğinde, kolay ve basit kadın olacağını düşünür. Bazen de karşısındaki erkeğin mücadelesi hoşuna gider. Duygularını açıklasa, erkek mücadeleden vazgeçebilir. Onu kendisi ile neşeli, samimi, şımarık görmektense, bir süre daha acı içinde peşinde koşuyor görmek, daha makul geliyordur.”
    Kimyacı:
    “Haklısın. Bir erkek kadını elde ettiğinde, kavuştuğunda, hayalinde büyüttüğü o kuruntu, aşk biter. Schopenhaour; cinsellik yaşandığında, erkeğin bir aldatılmışlık duygusu yaşayacağını söyler. ‘Yıllardır beklediğim, hayalimde büyüttüğüm olay bu muymuş’ gibi bir duygu sanırım… Erkeğin aşkı, doygunluktan sonra azalır, kadınınki ise artarmış. İşte bu nedenle; evlilik, nikah gibi resmi ve toplumsal bir bağlayıcılık yoksa, erkek bir süre sonra yeni arayışlara giriyor. Kadın ise her şeyini verdiği, teslim ettiği o erkeği elinde tutmak istiyor. Çünkü biliyor ki o gittiğinde mahremiyeti de gitmiş olacak... Ayrıca hormonların da etkisi ile kadının aşkı artıyor. Erkek bir süre sonra çekip giderse, kadının yaşayacağı depresyonu, bunalımı düşünmek istemiyorum… Çoğu kadın bunu zor atlatıyor, travma yaşıyor. Psikolojik rahatsızlıkların kadınlarda daha çok görülmesinin, hatta bazılarının sadece kadınlarda görülmesinin nedeni, yaşadıkları bu gibi üzücü durumlar... Bu sonraki hayatlarını da etkiliyor. İşte o nedenle, kadınların bir ilişkiye başlamaları ve duygularını belli etmeleri, basit ve kolay bir olay değildir.”
    Mimar:
    “Kadınlar daha mantıklı ve gerçekçi düşünüyor. Yaşla birlikte bu seçicilik, ölçme ve hesaplama işleri daha da artıyor. Eğer erkeğin aklında başka düşünceler varsa, kadın bunu hissediyor. Kadınlar bu konuda çok hassas yaratılmış. Erkeğin aklında başkası varsa veya erkek eğlenme amaçlı yaklaşıyorsa, kadın bunu hissediyor… Erkekler için aynı şeyi söyleyemem. Karşısındaki kadın çekici gelmişse, ne hissettiğini düşünmeden, anlamadan, duygularından habersiz bir şekilde ilerleyebiliyor.”
    Konuşulanların hepsini dikkatlice dinliyor, bir taraftan da “acaba onun durumu hangisine uyuyor” diye içinden çözmeye çalışıyordu. Onun ilgisindeki ve sevgisindeki belirsizlik, kafasında bir soru işareti olarak sürekli dolaşıyordu.
    Kimyacı, kadınların geçmişte yaşadıklarının da etkisi olabileceğinden bahsetti:
    “Bir erkekle iyi veya kötü yaşanmış bir anısı varsa, yeni birine ilgi duymakta zorlanabilir. O aklında kalmıştır, unutamıyor olabilir. Veya çok kötü şeyler yaşamıştır, yeni birine ilgi duymaktan çekiniyordur.”
    Biraz durduktan sonra devam etti:
    “Bazıları hoşlandığı kişilere uygun bir şekilde duygularını ifade ediyor. İlgisini ve sevgisini belli ediyor, açıklıyor. Ama karşı taraftan olumlu bir cevap alamıyor. Karşı taraftan olumlu bir cevap alamamak, her insanı biraz etkiler. Aradan belli bir zaman geçtikten sonra, yine hoşlandığı biri karşısına çıkarsa, şansını deneyebilir. Ancak ikinci bir olumsuz cevaba dayanamayacağı için, hiç adım atmayanlar da oluyor. Reddedilme korkusu basit bir şey değildir. Bazıları reddedilme korkusu yüzünden duygularını belli edemez.”
    Mimar:
    “Çevresindeki insanlar da bazen etkili oluyor. İşyerinde, okulda veya yaşadığı yerde herkes onları birlikte görecek. Eğer aralarındaki ilişki ciddi ise sorun yok, herkes bilsin. Ama ne olacağı belli değilse, başkalarının dilinde olmak, dedikodu malzemesi olmak, çoğu kadına göre rahatsız edici bir durumdur. Başkalarının dilinde olmak istemeyenler, ilgisini ve sevgisini belli etmez.”
    Az önce Kimyacı’nın söylediği “… bir erkekle iyi veya kötü yaşanmış bir anısı varsa, yeni birine ilgi duymakta zorlanabilir. O aklında kalmıştır, unutamıyor olabilir.” sözü dikkatini çekti ve bu sözü uzaklara bakarak derin derin düşündü. Bazı kadınlar, beğendiği erkeklerden birkaç tanesini yedek kulübesinde bekletir. Kopamadığı, unutamadığı kişiyi bitirdiğinde veya terk edildiğinde, yedek kulübesine yönelir. “friendzone” olayı. Aslında bir insan “friendzone” durumuna düştüğünü anlar, buna işaret eden belirtiler vardır. Birlikte daha az vakit geçirme, kısa ve baştan savma cevaplar gibi. Kendisine çok yakın olunmasını da istemez, uzaklaşıp gidilmesini de... Friendzone olayını düşündüğünde, yaşadığı durum buna da uymuyordu.
    Mimar konuşmasına devam etti:
    “İlgisini ve sevgisini belli edemeyenler var, bir de hiç açıklama yapmayanlar var. Karşısındakini insan yerine koymayan, umursamayan, iki satır cevap yazmayan kişiler… Böyle kişilerden hayır gelmez.”
    Kimyacı:
    “Bazılarının da sevdiği biri vardır ve onunla görüşüyordur. Ona haksızlık olmasın diye, başka biri ile samimi olmak, konuşmak ve mesajlaşmak istemez. Onu aldattığını düşünür.”
    Kimyacı birkaç olasılıktan daha bahsetti:
    “Bazıları hayalinde yaşamayı sever. Kavuştuğunda, onu elde ettiğinde, hayalindeki kadar güzel duygular hissetmeyeceğini bilir. Hayali, gerçeğinden daha güzel gelir. Bitmesin diye başlamaz… Simyacı romanında, Hacca gitmek için billuriye dükkanında para biriktiren bir tüccardan bahsedilir. Billuriyeci, Hacca gitmek için yeterli parayı kazandığında, gitmekten vazgeçmiş… Gidersem, içimdeki o aşk biter diye düşünmüş… Sevdiği ve aşık olduğu insana, böyle bir nedenle uzak duran kişi sayısı çok azdır. Kavuşursak biter diye uzak duran kişi sayısı çok azdır…”
    Kimyacı, biraz durduktan sonra diğer ihtimalleri de sıraladı:
    “Bazı kadınların egosu, feminist düşünceleri, bir erkeğin özgüvenine ve yönetme isteğine katlanmayı reddeder. Bir erkeği sevmek, erkekle yaşamak, ona acizlik gibi gelir.”
    Kimyacı devam etti:
    “Her kadın güvenmek ister. Bazı kadınlar zor güvenir. Kimseye güvenmek istemediği için, güvenemediği için, yıllarca bekler... Bir kadın zor güveniyorsa veya güvenemiyorsa, ortada bir sorun olabilir.”
 
    Yemekten sonra, aralarında geçen konuşmaları içinden bir daha düşündü, tekrar etti. İlk grup; kendisiyle ilgilendiğini belli eden birine, olumlu da olsa olumsuz da olsa, uygun bir şekilde ve açıkça duygularını belli ediyor. Diğer grup; ilgileniyor, seviyor ama bunu hemen ve kolayca belli etmiyor. Bu da gayet normal. Bir de ne sevdiği belli, ne sevmediği belli, arada kalan kararsızlar var, işte onları çözmek çok zor. Özellikle bir kadın kararsızlık yaşıyorsa, bir seviyor, bir sevmiyor gibi davranıyorsa, tutarsızlık varsa, orada bir durup düşünmek ve daha dikkatli olmak gerekiyor. Çünkü bu tip insanların arasından, ilerde büyük sorunlar yaşatacak kişiler çıkma olasılığı var…
 
    Hafta sonu halasını ziyarete gitti. Amacı; ilgisiz, sevgisiz ve kararsız kadınların sorununun ne olduğunu konuşmaktı. Halasının çevresi genişti ve etrafında gördüğü örnek olayları hafızasında iyi tutardı. Eve geldiğinde, doktor olduğunu öğrendiği bir kadın ve yaşlı bir teyze vardı. Misafirler kısa süreliğine gelmişti ve kalkmak üzereydi ancak konuştukça sohbet uzadı. Gazetecilik okuyan erkek kuzeni de konuşma sırasında onlara hiç izlemediği bazı filmlerden bahsetti.
    Halası, bu tip kadınlarla ilgili olarak bildiği birisinden bahsetti. Anlatırken isim ve yer belirtmemeye özen gösteriyordu:
    “30 yaşlarında bir kadındı. Yeni biriyle tanışmış ve altı aya yakın süre geçmişti. Onunlayken neşeli vakitler geçiriyor ve sevdiğini söylüyordu. Evlenmeyi düşünüyorlardı. Bunun için görev yerlerini değiştirmişler, ev bile kiralamışlardı. Ama kadın kendinden o kadar çok şüphe ediyordu ki, sevgisini bile bize soruyordu… Bir insan sevdiğini nasıl anlamaz? Sevgi görmemiş veya sevgi nedir bilmiyordu… Bazı insanlar aşık olamadığını söylediğinde inanmazdım. Ama gördüm… Karşısındaki erkek dürüst, güvenilir, yakışıklı. Kızı da çok seviyor, fedakarlıklar yapıyor. Ama kız bir tuhaftı. Düğüne az kalmıştı ama hala büyük bir kararsızlık yaşıyordu. Hem onu kaybetmek istemiyor, hem de ‘ya sevmiyorsam ve ilerde sıkılırsam, aynı evde nasıl yaşayacağım’ diye düşünüyordu. Zeki biriydi. Çok zeki olması ve mantığını çok kullanması, yaşadığı sorunlarda etkili olan nedenlerden biriydi. Çok kıyas yapıyordu… Hassas ve takıntılı bir hali vardı. Her şeyde mutlaka bir kusur bulurdu. Anne-babanın ayrı olması ve küçükken yaşadığı olumsuzluklar psikolojisini bozmuş galiba.”
    Misafirlerden Doktor Kadın da buna benzer bir olay anlattı. Bu tip kadınların yaşadığı olayların, aşağı yukarı aynı olduğunu söyledi:
    “Her kadın değil ama yaklaşık her yüz kadında 5-10 kişi böyle durumlar yaşayabiliyor. Bu tip kadınlar herkesin çevresinde vardır. Birisi anlatsa, bir filmde izleseniz veya bir yerde okusanız, ‘Aaa, aynen ona benziyor” dersiniz. Veya kendisi bu tip bir kadın ise “Aaa, aynen benim yaşadıklarımı yaşamış” der. Haklılar… Çünkü ufak tefek değişiklikler olsa da, bazı kadınların bunu yaşamasının özünde yatan sebep aynı… Küçükken anne-baba sevgisinden yoksun yetişmiş olabilirler. Aile içi şiddet yaşamış olabilirler. Anne-baba ayrı olabilir. Genetik faktörler de etkili. Bazen üzücü bir olay, uzun süren bir depresyon, kişinin ruh sağlığını bozabiliyor. Annenin ve babanın belli bir yaşa kadar çocuğa ilgisi, sevgisi, gözleriyle ona bakışı, o ışınlar o kadar önemli ki… Biz bunu insanlara anlatamadık, öğretemedik. Onu var eden anne-babanın ayrılması, o çocuğun ruhunu parçalıyor. Çocuğun yanında anne-babanın ayrı iki insanmış gibi tartışması, konuşması, çocuğun ruhunu mahvediyor. Bunu anlatamadık... Herkes en ufak sorunda boşanmayı teşvik ediyor, kolaylaştırıyor. Avukatlar, kanunlar, diziler, kadın örgütleri… Ruh sağlığı bozulmuş insanlar ve onların yetiştirdiği sağlıksız insanlar çok artıyor. Bu artışı durduramıyoruz, matematiksel bir işlem gibi artıyor…”
    Birkaç saniye dinlenir gibi durduktan sonra Geothe’nin bir sözünü onlara okudu:
    “İnsan doğasının sınırları vardır. Sevince, kedere, acılara ancak belli bir dereceye kadar dayanabilir ve o derece aşılırsa insan yok olur.”
    Doktor Kadın; ilgisiz, sevgisiz ve kararsız kadınlar hakkında konuşmaya devam ediyordu:
    “Aslında her kadın evliliğe yaklaşırken az da olsa böyle şeyler hissedebilir. Nikah sırasında, evlilik töreninde, ilk çocuk doğduğunda bile… Aradan yıllar geçtikten sonra, bunun gelip geçici bir kuruntu, vesvese olduğunu anlıyor. Özellikle yaş ilerledikçe bunun görülme sıklığı artar. Ama bazı kadınlardaki sorunun bu kadar basit olmadığı çok net. Düğün salonundan bile kaçıp gidenler var.”
    Doktor Kadın, ismini hatırlayamadığı bir filmden örnek verdi:
    “Kadınların şehirdeki çalışma hayatını ve eş bulma süreçlerini anlatan yabancı bir dizi vardı, ismi aklıma gelmedi. ABD’de geçiyor… Sonra filmi de çekildi. Ama filmde salondan kaçan kadın değil, erkek… Filmde Mr.Big ve Carrie evleniyorlar. Her şey hazır, davetliler gelmiş... Bir önceki gün, kadının biri Mr.Big’in kafasını karıştırıyor. Adam kararsızlığa, vesveseye kapılıyor ve düğünden kaçmaya çalışıyor… Henüz aşık olamadığını düşünüyor. Tüm yaşadıkları ona yapmacık ve yüzeysel geliyor. Kendini hazır hissetmiyor. Sonuçta ayrılıyorlar ve uzun süre görüşmüyorlar. Ama ikisi de birbirini çok düşünüyor ve acı çekiyorlar. Mr.Big şöyle diyor: ‘Aslında evlenmeye karar verme biçimimiz çok kötüydü. Aşk yoktu. Bir insana o şekilde evlenme teklif edilmez.’ Uzun süre sonra yeniden buluştuklarında, aşklarının olgunlaştığını düşünüp sade bir törenle evlendiler. Ne bileyim, bazıları böyle bir aşk acısı çekmeden evlenemiyor…”

mr.big-dugunden-kacis

Düğünden kaçmaya çalışan Mr.Big’e Carrie’nin tepkisi.

    Gazeteci Kuzen, The Notebook filmindeki kızı hatırladı ve hemen anlatmaya başladı:
    “The Notebook-Defter filminde, kızın kararsızlığı aslında ilk tanıştıklarında belliydi. Kız normal birine benzemiyordu. Ahşap evde buluştuklarında, bir anda erkeği itiyor ve ondan biraz çabalamasını, bir şeyler söylemesini, şiirler, mektuplar yazmasını istiyor. Sonra ayrılıyorlar… Yıllar sonra, başka birisi ile evleneceği sırada, gelinlikle salondan kaçıyor ve eski erkeğe geri dönüyor. Ama bu defa kalbi iki erkek arasında kalıyor. Bir kadın aynı anda iki kişiyi birden nasıl sevebilir? Bu nasıl kalp? Normal olmadığı belli… Yaşı ilerlediğinde de kocasını tanımaz hale geliyor. Kocasını bir yabancı gibi, düşman gibi görüyor. Aslında romanlar ve filmler bazı ayrıntıları saklasa da, filmin diğer parçaları, karşımızda nasıl bir kadın veya adam olduğunu bize söyler... Buradaki kadının da bir sorunu var.”
    Yaşlı Teyze bunları duyunca söze girdi:
    “Daha başında zorluklar, acılar, uğraştırmalar varsa sonu iyi olur mu be evladım? Emeksiz hiçbir şey olmaz, sevgi de, aşk da emek ister. Ama sorun yaşamakla, emek vermeyi ayırt etmek lazım. Herkes romanlardaki gibi, filmlerdeki gibi ulaşamama, ayrılık, zorluk, yalvarmalar, nazlar, mektuplaşmalar bekliyor. Ama onlarınki iyi gitmediği için film oldu ya zaten. İyi gitseydi film olur muydu? Bir de televizyonda izledikleri gibi bir erkek veya kız hayali oluşturuyorlar kafalarında. Yeni tanışacağı veya karşılaşacağı kişinin de ona benzeyeceğini düşünüyor, böyle bir beklenti içine giriyor… E herkes aynı olmaz ki… Hayalindeki gibi biri olmayınca ona çok farklı geliyor, alışamam zannediyor.  Onlar sadece ekranlarda olur be evladım. Herkes peşinde koşunca cazip geliyor. Ünlü olmadan önce yanında olsa bakmazdı bile. İki gün sonra o ünlünün de havası geçecek. Aşk da öyle… En güçlü aşk bile iki üç yıla kalmaz biter. Aşkından ölecek gibi olsan da, onu elde ettiğinde aşk biter. Ama sevgi bitmez, güzel huy bitmez evladım.”
    Yaşlı Teyze biraz düşündükten sonra tekrar konuştu:
    “Şimdikiler görür görmez, ilk bakışta aşk bekliyor. Sevgi, saygı, huzur varsa, içlerinde bir heyecan varsa, zamanla aşk da oluşur. Aşk bir anda oluşmaz ki… Duyguların, düşüncelerin, kıskanmaların, merak etmen, zamanla aşka dönüşür. Eskiler şöyle dermiş: ‘Erkeğin aşkı evlenince azalır, kadınınki artar.’ Kadınlar evlenince kocasına daha çok bağlanır. Ama şimdiki kızların yaşayacağı bir şey kalmamış ki... Heyecan yok… Kocada yeni ne bulacak ki bağlansın…”
    Gazeteci Kuzen, yaşlı teyzeyi dinledikten sonra onun söylediklerine paralel konuştu:
    “Baba evinin rahatlığı, eski düzene veda edip yeni bir hayata başlamak, sorumluluk almak zor geliyor. Herkes kendini prenses sanıyor. Bu güçlükleri perdelemek için, insanın aklını ve mantığını devre dışı bırakan aşk duygusu yaratılmış... Bunu yanlış yerde kullananlar var, bir de kontrol edemeyenler var. Bazılarında ise bu duygu oluşmayınca sorun oluyor. Aşık olamamak gerçekten önemli bir sorun olmalı…”
    Doktor Kadın hemen ekledi:
    “Bağlanmaktan korkmak, kimseyi beğenmemek; bazı kişilik bozukluklarında görülebiliyor. Eğer ciddi bir psikolojik rahatsızlık varsa, tedavisi mümkün olmayan ve ömür boyu ilaç tedavisi gereken bir rahatsızlık varsa, böyle kişilerin evlenmeleri ve çocuk sahibi olmaları tavsiye edilmiyor. Çünkü genelde evlilikleri uzun sürmüyor ve ilerleyen yıllarda üzücü olaylar yaşanabiliyor.”
    Gazeteci Kuzen, bir filmden daha bahsetti:
    “Amelie filmindeki kız; bir erkeği tanıma ve ona yakınlaşma sürecinde zorluklar yaşıyor. Bir erkeği merak etmek, sevmek, yakınlaşmak, bazı kadınlar için gerçekten çok zor oluyor. O da kötü bir çocukluk dönemi yaşamış. Anne vefat etmiş. Baba otoriter, sevgisiz ve ilgisiz. Gördüğünüz gibi, sebepler genelde aynı…”

amelie-kararsizlik

Amelie filminde, bir erkeği tanıma ve sevme sürecinde kızın yaşadığı kararsızlıklar.



Amelie filminde, bir erkeği tanıma ve sevme sürecinde kızın yaşadığı kararsızlıklar.

    Doktor Kadın ekledi:
    “Evet, ben biliyorum böyle bir kızı. Bir erkeğe dokunmak, sarılmak, öpmek, yakınlaşmak istemiyor. Erkekler onun ilgisini çekmiyor. Birkaç ay arkadaşlığını devam ettiriyor, olmuyor. Faklı kişilerle deniyor, yine olmuyor. İlk başlarda her kadın biraz dokunmaktan, yakınlaşmaktan çekinir. Zamanla alışır. Ama o kız birkaç ay geçmesine rağmen kendini zorluyor, yine de bir sevgi, heyecan, sarılma hissi duyamıyordu. Bu çok az kişide olur.”
    Doktor Kadın, Amelie filmindeki kızla ilgili çok ilginç bir ayrıntıdan daha söz etti:
    “Ameli filminde, kimsenin dikkat etmediği, kimsenin düşünüp söylemediği ve yazmadığı bir ayrıntı var. Bu ayrıntı; kızın dikkatini çekmediği gibi, filmde emeği geçenlerin de dikkatini çekmemiş olabilir. Kızın bozuk olan psikolojisi; çevresine iyilik yaptıkça ve insanların gönlünü aldıkça düzeliyor... Onların sevindiğini ve mutlu olduğunu gördükçe düzeliyor… Sevgiyi ve mutlu olmayı; insanların yüzünde gördükçe öğreniyor… Bu ayrıntı önemli… İyilik yapmak ve gönül almak müthiş etkili oluyor.* Kızın kalbi bir süre sonra bir erkeği sevebilecek kadar iyileşiyor.”
    Gazeteci Kuzen:
    “Bu tip kızların psikolojisini, duygu ve davranışlarını, 500 Days of Summer-Aşkın 500 Günü filmi güzel anlatır. Filmdeki kızın ne sevdiği belli, ne sevmediği. Her an gidecekmiş gibi soğuk ve kararsız… Tom’u yanında tutuyor ama ne yaklaştırıyor ne de uzaklaştırıyor. Tom, onun gibi kızların psikolojisini tek cümle ile özetlemiş: ‘Aslında iki seçenek var. Ya o kız duygusuz, sefil, kötü kalpli bir cadı. Ya da bir robot.’ Evet, güzel bir özet aslında… Böyle kızlarla karşılaşanlar, filmi izledikten sonra, kendi yaşadıklarına ne kadar çok benzediğini söylüyor. Robot gibi hissiz, sevgisiz ve ilgisiz… Bir kadının nasıl bu kadar acımasız ve vicdansız olabildiğine insan şaşırıyor…”

    Amelie filmini duymuştu ve çok izlemek istemişti. Fakat her seferinde bir aksilik çıktığı için izleyememişti. En çok izlenen romantik filmlerden biriydi. Filmle ilgili anlatılanları ve yaşadıklarını düşününce, filmdeki kadınla onun arasında benzerlikler gördü. Bu defa izleyecekti, hem de bu akşam arayıp, bulup izlemeye kadar verdi. Bir an, kadınlar ve evlilik konusunu çok ihmal ettiğini düşündü.  Üniversite mezunu olmak ve iyi bir iş sahibi olmak için yıllarca sınavlarla uğraşmış, ama hayatını etkileyecek önemli bir konuda, kadınlar ve evlilik konusunda ihmalkar davranmıştı. Bu konuda bilgi sahibi olmak için yeterli çaba göstermediğini düşündü.
    Halası, mutfakta bir şeyler hazırlamaya gitmişti. Az önce Doktor Kadın’ın anlattığı, sevgisinden emin olamayan kararsız kızdan çok etkilenmiş olmalıydı ki, mutfaktan döndüğünde o da buna benzer bir kızdan bahsetti:
    “Beş yıl beraberdiler. Herkes ilişkilerini biliyordu. Evlenmelerini bekliyorduk. Ama erkeğin iş bulma sorunu olunca, kız ayrılmayı düşündü. Ayrılmaları uzun sürdü… Kız uzun süre ayrılmakta kararsız kaldı. Kızlar; her şeyini verdiği, her şeyi yaşadığı erkeği kaybetmekten korkar. Çünkü erkek terk edip gittiğinde, herkes kızı kullanılmış ve atılmış kirli bir mendil gibi görüyor... O kız için de benzer şeyler oldu… Uzun süre kimseyle evlenmeyince, hakkında dedikodular çıktı. İnsanların ne düşündüğüne de engel olamıyorsun ki… Ayrıldıktan bir-iki yıl sonra onu hiç iyi görmedim. Bu tip ayrılıklar, bazı kadınlarda psikolojik sorunlara neden olabiliyor. Sonra, yeniden evlenmeye çalıştı, yeni kişilerle tanıştı, görücü usulü gelenler oldu, ama hiç biri olmadı. Yeni tanıştığı kişiler, eski ilişkisini sorduğunda çok kızıyordu. Erkek milleti genelde bu konuya önem verir. Bazıları baştan sorun değil dese de sonradan kafayı takıyor.”
    Gazeteci Kuzen, erkeklerle her şeyi yaşayan ama bunu normalmiş gibi gösteren kızlar konu olunca, biraz konuşmak istedi:
    “Bir kadın, başka bir erkekle her şeyi yaşayıp, yıllarca evli gibi bir hayat sürüp, sonra başkası ile tanıştığında, ilk defa yeni bir ilişkiye başlayan biri gibi görmemeli kendini… Aşağılamıyorum, kimsenin bilemeyeceği, belki kendilerine göre haklı oldukları durumlar olabilir. Ama keyf için, zevk için her şeyi yaşayıp, yıllarca gezip tozup, sonra kendilerini sütten çıkmış ak kaşık gibi görmeleri doğru değil. Ahlakına, iradesine sahip çıkan kadınlara; toplumun verdiği itibarı, kutsallığı, haklı ve yerinde görüyorum. İnsanlık tarihi boyunca bu böyle olmuştur ve böyle devam edecektir. Her şeyi yaşayıp, sonra “bekaret ne yaa” diyenler, belki içlerini rahatlatmak için yaptıklarını normalmiş gibi göstermeye çalışıyor olabilir. Ama insanın yaratılışından beri var olan bu algıyı değiştiremezler. Asla ahlakına ve iradesine sahip çıkan kadınların gördüğü itibarı göremeyecekler…”
    Gazeteci Kuzen, “bekaret” konusunu bu ortamda daha uzun konuşmanın uygun olmadığını düşündü ve konuyu kısa kesti. Halası, evlenemeyen kızlarla ilgili konuşmasına devam etti:
    “Bir kız daha vardı. 30’a yaklaşmıştı. Genelde 30’a yakın kızlar, o yaşlarda bir evde kalma korkusu yaşar. O eşiği aşınca bir rahatlama oluyor galiba, sonra 40’a kadar bekliyorlar… Nedendir bilmem, onda ayrı bir evlenememe endişesi vardı. Her yeni tanıdığı kişide, her görücü gelmesinde, olacakmış gibi heyecanlanır, ‘bu defa evet diyeceğim, hissediyorum’ derdi… Ama olmuyordu, bir türlü olmuyordu, boşa ümitleniyordu… Sonra bu arayışlardan da yoruluyordu.”
    Gazeteci Kuzen:
    “35 yaşında bekar bir erkek veya kadın düşünüyorum. Ortalama insan ömrü yaklaşık 70 yıl. Şimdi bu kadın veya erkek, 35 yıl daha yalnız nasıl yaşayacak? Bilemeyiz, belki daha erken ölebilir, belki 70 yaşını da geçebilir. Ama önünde uzun bir süre var… Ben ilkokul 3.sınıftaki günlerimi düşünüyorum, geride kalan 15 yıl bile uzun bir süre… 15 yıl kolay geçmemiş… 25 yıl, 35 yıl yalnız nasıl geçecek? Üstelik gittikçe yaşlanan bir kadın veya erkek için, önündeki o yılları yalnız başına bitirmek çok zor olmalı.”
    Yaşlı Teyze, mırıldanır gibi ve yavaşça konuştu:
    “Etrafta bebeği ile gezen kadınlara bakıp imrenir ancak. Kendi yuvasını kurmuş, kocası ve çocuklarıyla yaşayan arkadaşlarının evine misafir olduğunda, kendi de böyle bir hayatı hayal eder. Küçük bir kız gibi, hala babasının evindeki odasında yaşar. Baba evinde misafir gibidir. Evin düzeni konusunda, mutfakta istediği değişikliği yapamaz. Yapsa annesi ile sorun yaşar. Onların gözünde hep küçük bir kızdır. Dışarı çıkarken, bir yere giderken haber verir, gecikirse hesap sorulur. Kendi evini kursana, çeyizlerini sersene kafana göre...
    Hiç düşünmüyorlar… Tek başına gezmek, tozmak, bir yerde oturup yemek yemek, bir süre sonra zor gelmeye başlayacak. Allah ömür versin ama anne baba vefat edince, yalnız başlarına nasıl yaşayacaklar? Daha ne kadar para biriktirebilirim, nereleri gezip tozabilirim, ne kadar alışveriş yapabilirim hevesindeler. Bunların zamanı geçmez… Ama yuva kurmanın vakti geçiyor… Hiç düşünmüyorlar… Sonra depresyona giriyor bazıları, inançları da zayıflıyor, sapıtabiliyorlar… Kalbindeki sevgiyi göremeyip şüphe edenin, imanı da, inancı da zayıf olabilir. Çünkü iman da aşk gibidir, ispata ihtiyaç duymaz…”
    Gazeteci Kuzen, yine bir filmden bahsetti. A Beautifull Mind-Akıl oyunları filmi.  Ünlü matematikçi John Nash’ı oynayan adam; şüpheci, gerçek ile hayali ayırt edemeyecek kadar kötü bir durumdadır. Her şeyde mantık, ispat, delil arar. Aşk için de ispat arar. Evleneceği kadınla arasında şöyle bir konuşma geçer:
    Kadın: Evren ne kadar büyük?
    Adam: Sonsuz.
    Kadın: Nereden biliyorsun?
    Adam: Çünkü bütün veriler bunu gösteriyor.
    Kadın: Ama henüz kanıtlanmadı.
    Adam: Hayır.
    Kadın: Gözünle görmedin.
    Adam: Hayır.
    Kadın: Nasıl emin olabiliyorsun?
    Adam: Bilmem, sadece inanıyorum.
    Kadın: Sanırım aşk da aynen böyle…

akil-oyunlari-ask-icin-de-ispat-delil-ariyor

A Beautifull Mind-Akıl oyunları filminde, aşk için mantık, delil, ispat arayan ünlü matematikçiye kadının verdiği cevap.



A Beautifull Mind-Akıl oyunları filminde, aşk için mantık, delil, ispat arayan ünlü matematikçiye kadının verdiği cevap.

    Doktor Kadın, bir süre aşk, sevgi ve iman arasındaki benzerlikleri düşündü. İspata, delile gerek var mıydı? Yoksa insan içinde hisseder miydi? Evlenmeden önceki hayatından bahsetti:
    “Ben evlenmeden önce, evli arkadaşlarımla konuşurken, onların hamileliklerini anlatmalarına, çocuklarıyla ilgili güzel anlardan bahsetmelerine, eşleriyle gittikleri yerleri anlatmalarına imrenirdim. Hele yanlarında iken onların hayatına gıpta ederdim. Neyse ki benim de karşıma biri çıktı ve sevdiğimi-sevildiğimi anladım. İnsan bunu hissediyor. Ben de hissettim ve evlendim.”
    Halası:
    “Geçen gün bir kız anlattı. Yaşı biraz ilerlemiş. Görücü usulü birisi görmeye gelmiş. Bazı erkekler, yaşı ilerlemiş kızı çantada keklik sanıyor. Bunlar da öyleymiş… Kız kesin kabul eder diye düşünmüşler. Bir ukelalık, kabalık, özgüven patlaması, kendini beğenmişlik varmış erkekte. Erkek biraz yalvarır, kibar davranır, kendini beğendirmeye çalışır, değil mi? Kız da istememiş… Ne yani, sevemediyse, içi ısınmadıysa, geç kaldım diye atlasın mı?”
    Yaşlı Teyze, başka bir kızdan daha bahsetti:
    “25 yaşlarındayken daha güzel bir kızdı. Ama o yıllarda olmadı. En güzel yılları geride kalınca, üzüntüsü artmaya başladı. Çok bunaldı. Öyle pek belli de etmezdi, evlenmek istemiyormuş gibi dururdu. Ama benden dualar* ister, hayırlı bir eş bulabilmek için çok dua ederdi. Tam istediğin gibi, hayal ettiğin gibi dua et, dualarına dikkat et, gerçekleşebilir derdim.  Derdini Allah’a anlatır gibi dua et derdim ona. Mayıs ayının ilk haftasında, Hıdırellez gününde yapılan duayı da tarif ettim. Ümidini hiç kaybetmedi. O yıl, tam da hayal ettiği gibi birisi karşısına çıkmış. İnsan, karşısına çıkınca anlıyor, doğru kişi olduğunu hissediyor… Evlendiler tabi.”
    Halası, geçmişte hayal kırıklığı yaşamış kişilerin de evlenmekte zorluk çekebileceğinden bahsetti:
    “Kadın veya erkek fark etmiyor. Geçmişte güvendiği, inandığı biri hayal kırıklığına uğratmışsa, yeni bir başlangıca cesaret edemiyorlar. Gönlü kırılmışsa, yorulmuşsa zor oluyor. İnanmakta, güvenmekte zorlanıyorlar. Özellikle kızlarda bu çok oluyor. Erkeğin umurunda değil, eğlence peşinde… Geziyor, tozuyor, kızı kandırıyor, sonra çekip gidiyor başka bir kıza… Ama kızcağız ortada kalıyor, ne yapacağını şaşırıyor. Canı yanan, hayalleri yıkılan, dünyası kararan, harabe bir ev gibi çöken böyle çok kız var. Sonra kimseye inancı da, güveni de kalmıyor… Baştan dikkat etmek lazım. Ama böyle bir olay olduysa da dünyanın sonu değil, toparlanmasını bilmeli.”
    Doktor Kadın:
    “Bazılarının da kafasından atamadığı platonik bir aşkı oluyor. 1-2 yıl hayalinde onu düşünüyor, bekliyor. 3-4 yıl hiç ışık görmeden bekleyenler var. Sonra karşısına yeni biri çıkınca, biraz adım atıyor, gözleri açılıyor, eskisini unutup evleniyor. O zaman ancak anlayabiliyor, boşuna beklediğini ve kafasındaki şeyin bir hayalden, kuruntudan ibaret olduğunu…”
    Gazeteci Kuzen:
    “Bazıları da platonik aşkın boş bir kuruntu ve hayal olduğunu daha acı şöyle anlıyor: Önce hayalinde büyütüyor, olağanüstü hale getiriyor, sonra çok zor bir olasılık da olsa kavuşuyor. Kavuştuğunda ise, gözünde büyüttüğü kadar olağanüstü biri olmadığını, hayalindeki gibi olmadığını, onun da sıradan biri olduğunu anlıyor. İşte o zaman da huzursuzluk başlıyor.”
    Doktor Kadın, evlenmekten korkan veya evlenmek istemeyen kadınlar olduğu gibi, evlendikten sonra çocuk sahibi olmak istemeyen kadınlar da var diyerek anlatmaya başladı:
    “Asla çocuk istemiyorum diyen kadınlar, yaş 35’e gelince hormonların da etkisiyle çocuk yapmak istiyor. Daha geç kalanlar her yolu deniyor. Gezmedik doktor, hastane bırakmıyorlar ve çocuk yapmaya çalışıyorlar. Yaratılışın tersine yaşamaya çalışıyorlar ama hormonların etkisinden kaçmak kolay olmuyor. Kadın; çocuk yaptığında tam olur, kendini gerçekleştirmiş olur… Uzun süre bekledikten sonra çocuk yapanların duygularının ne kadar çok değiştiğine inanamazsınız. Yaşanmadan bilinmez bu... Hayatta en çok sevdiğiniz şey oluyor, size sevgiyle bakan bir çift küçük göz… İnanılmaz bir şey. Boşuna evlat sevgisi dememişler. Evladı için büyük fedakarlıklar yapan anne-babaları görmek, bu duygu için bir ipucu olabilir...”
    Halası, bir kadın anne olmadan o duyguları bilemez dedi ve devam etti:
    “Evlilik ve çocuk konusunda soğuk olan kadınlar bile, bebekleri olduktan sonra düşünceleri değişiyor. Hayata bakışları değişiyor. Daha huzurlu ve mutlu oluyorlar. Çoğu kadın; o duygunun, mutluluğun, ancak yaşanınca anlaşılabileceğini söyler.”
    Yaşlı Kadın, anne olmuş kadınlarda ayrı bir huzur olduğundan bahsetti:
    “Yaşı ilerlemesine rağmen evlenmemiş veya çocuk sahibi olmamış bir kadının, mutlu olduğunu görmedim ben şimdiye kadar. Bazıları size kelimelerle mutlu olduğunu ve çok rahat olduğunu söyler. Ama gözleri, vücudu, onun mutsuzluğunu size hissettirir. Yüzlerindeki çizgilere, gözlerine, davranışlarına ve konuşmasına yansımıştır mutsuzluk. Keşke söylemekle mutlu olunsaydı… Anne olmuş bir kedide bile o huzuru, mutluluğu görürsünüz. Ama evlenmemiş, anne olmamış bir kadında o huzur olmaz.”
    Gazeteci Kuzen, kediler konu olunca telefonundan bir fotoğraf gösterdi. Fotoğrafta, yavruları ile huzur içinde uyuyan bir anne kedi vardı. Yaşlı Kadın’ın anlattığı gibi, anne kedide bile bir huzur, olmuşluk, kendini gerçekleştirmişlik hali vardı. Yavrularının ona güvenmesi ve yanında uyuması, onun da onları koruyup kollaması, onlarla birlikte verdiği görüntü çok düşündürücüydü.

kedi

Dört yavrusuyla beraber uyuyan huzurlu bir anne kedi

    Gazeteci Kuzen, üniversitedeki bir kız arkadaşından bahsetti. Aslında herkesin çevresinde az da olsa var olan kızlardandı. Kendini çok beğenmiş, kibirli, bencil, başkalarının duygularını önemsemeyen, soğuk... Erkek gibi davranan bu tip kızların anne olmasının zor olduğunu anlattı:
    “Üniversitede bir kız vardı. Zayıf, kısa saçlı ve her şeyi eleştiren, karamsar bir yapısı vardı. O şöyle düşünürdü: ‘Kimsenin kahrını çekmeye gerek yok, hayat kötü, insanlar kötü. Bir çocuğu dünyaya getirip, bu kötülüklerin içine bırakmak istemiyorum. Ekonomi çok kötü. Tüm kazancımı bir çocuğun yetişmesine yatırmak istemiyorum. Daha gezmeyi düşündüğüm çok yer var.’ Kız kendinden emin bir şekilde böyle düşünüyordu. Eğer bir adamı sevseydi ve bir çocuğu olsaydı, bu düşündüklerinin sadece kendini avutmaktan ibaret olduğunu anlayacaktı. İnsan sevince ve huzur bulunca fark ediyor bazı şeyleri”
    Halası, bu tip kızlarla karşılaşmış olmalı ki, biraz üzgün bir şekilde konuştu:
    “Ben aslında bazı kadınların evlenmesine karşıyım. Öyle vicdansız ve düşüncesiz kadınlar var ki, çocuk yaptıktan sonra boşanmaya niyetli. Baştan niyeti belli. O çocuğun baba sevgisine ve ilgisi muhtaç olduğunu düşünemeyecek kadar insanlıktan uzaklaşmış… Sevgisiz, vicdansız ve acımasız kadınların anne olması engellenmeli bence. Anne-baba ayrı çocukları gördükçe içim parçalanıyor.”
    Doktor Kadın:
    “Anne olmak istemeyen değişik bir grup daha var. Kendi isteği ile veya zorla bir ilişki yaşayıp kürtaj oluyor. Genç yaşlarda daha çok oluyor bu. Çoğu kadın bundan ağır etkilenir. Bir çocuğu öldürdüğünü düşünür… Bazıları çöp kutusuna, camiye, okula bırakır gider. Haberlerde çok çıkar böyle şeyler. Sonra kadının yaşı ilerleyince, bir çocuğun daha aynı kötü şeyleri yaşayacağını düşünür ve çocuk yapmak istemez. Çocuk istemediği için, kendisi ile evlenmek isteyen erkekleri de kendinden uzaklaştırır. Ama çoğu erkek bunu anlamaz. ‘Seviyor, seviyorum, anlaşıyoruz ama neden evlenemiyoruz’ diye erkek kafayı yer…”
    Doktor Kadın, bazı kadınların da östrojen hormonu ile ilgi sorunlardan dolayı çocuk sahibi olamadığından bahsetti:
    “Östrojen hormonu… Kadını kadın yapan hormon. Bu hormon, bir kadın için o kadar önemli ki… Adet döngüsü, depresif hali, şefkati, merhameti, hamile kalabilmesi her şey… Aşırı zayıf kadınlarda ve göğsü aşırı küçük kadınlarda genelde östrojen eksikliği olabiliyor. Doğum sürecinde kontrol edilip ilaçlarla desteklenebiliyor. Olağanüstü bir şey. Bir hormon kadını bu kadar mı etkiler… İşte bazı kadınlarda bu eksikse, hem duygusal, hem de biyolojik olarak sorunlar görülebiliyor.”
    Yaşlı Kadın:
    “Süt merhamete işarettir. Rahmettir, berekettir. Besmelede var. Hz.Allah’ın Rahman ve Rahim ismi besmelede var... Fatiha suresinde var. Peygamberimiz (S.A.V) de rahmet olarak gönderilmiş. Hatta çocukluğunda bile gittiği yerler yemyeşil, bereketli olur, süt vermeyen hayvanlar bile süt verirmiş. Rahmeti, merhameti o kadar büyük. E bazı insanlarda olmuyor bu merhamet.* Çok az oluyor. ”
    Doktor Kadın biraz düşündükten sonra devam etti:
    “Bazı psikolojik rahatsızlıklar var… Tedavisi neredeyse imkansız ve ömür boyu ilaç kullanmayı gerektiren hastalıklar. Borderline, bipolar, paranoid kişilik bozukluğu gibi. Böyle kişilerin evlenmeleri ve çocuk sahibi olmaları genelde pek iyi sonuçlanmıyor. Bu hastalardan bazıları bunu bildiği için evlenmiyorlar ve çocuk sahibi olmuyorlar. Karşımızdaki kadının veya erkeğin böyle bir hastalığı olduğunu anlamak ise kolay olmuyor. Birkaç belirti ile ne olduğu anlaşılamaz. Psikiyatri uzmanları bile tanı koymakta zorlanıyor, çoğu yanılabiliyor. Sıradan insanlar tanı koymaya kalkmamalı. Bu da bir hastalık ve nasıl diğer hastaları aşağılamıyorsak, bu hastalığa yakalananları da aşağılamamalı.”

    Halasının evinde anlatılanları dinliyor, saygı gereği kendinden büyük kadınların konuşmalara çok dahil olmak istemiyordu. Anlatılanlar ilginçti. Doktor Kadın, az önce östrojen hormonunun olağanüstü etkilerinden söz etmişti. Şimdi ara sıra duyduğu ama hiç önem vermediği bipolar, borderline gibi psikolojik bozukluklar konuşuluyordu… Çoğu insan gibi o da karşılaştığı kişilerde böyle bir sorun olma ihtimalini aklına bile getirmiyordu. Yaşlı teyzenin kullandığı rahman, rahim, rahmet, merhamet kelimelerini ve anlamlarını düşündü. Bunları telefonuna not aldı ve araştırmaya karar verdi.
    Gazeteci Kuzen’in aklına “borderline” ile ilgili bir film geldi ve ondan bahsetti:
    “Girl Interrupted-Aklım Karıştı filmindeki kıza da borderline ile birlikte sınıflandırılamayan bir tür şizofreni teşhisi konulmuştu. Kararsızlık veya ani karar değişikliği yaşıyor kız. Bunu ‘nutkum tutuldu’ şeklinde ifade ediyor. Kendini bir açmazda görüyor. Hiçbir şey umurunda değil. Kız, hasta olduğunu bildiği için, onu seven erkek arkadaşı ile evlenmek istemiyor.”
    Yaşlı Kadın:
    “Bir insanın kalbi önce kirlenir, sonra paslanır, en sonunda ölür… Kalbinin önünde, gözünün önünde perde varsa, gerçeği göremez… Kalbi ölmüş ise; yanlışı doğru, doğruyu yanlış görür. Ona göre hep kendi haklı, bildikleri de doğrudur. Bu duygu ona keyf verir… Kilitli, zincirli bir oda gibi, o kalbe girmek artık imkansız hale gelir. Kalp bir oda gibidir… Bir insan, kalbini öldürmemeli, kalbinin bakımını yapmalı... Allah bir kavmi, peygamber gönderip uyarmadan helak etmezmiş. Ben şuna inanırım: İnsanların karşısına da ara ara iyi insanlar gönderir, peygamber olmasına gerek yok… Kıymetini bilmeyip üzerse, bir olur, iki olur, üç olur, sonra hayatı berbat gider. O nedenle kimsenin kalbini kırmamak, ahını almamak lazım.”

    Halasının evinde öğrendiği yeni bilgiler onu çok etkilemişti. Aslında bu duydukları yeni şeyler değildi. Fakat şimdiye kadar ilgisini çekmemişti. Kadın-erkek ilişkilerinde psikolojik hastalıkların bu kadar önemli olabileceği hiç aklına gelmemişti. Östrojen hormonunu düşündü… Bir kimyasal madde nasıl bu kadar etkili olabilirdi… Aklındaki kadını, yeni öğrendiği bu bilgilerle bir daha düşünmeye başladı. Psikolojisi nasıldı? Onun kararsızlığı, arada kalması nasıl bir şeydi? Fiziki görünüşünü, davranışlarını, duygularını uzun uzun düşündü…

6.Bölüm: Aşk biter mi? O beni aldatır mı?

6.Bölüm'e Geç

 
Facebook Twitter Whatsapp