10.Bölüm: Kadının doğal hali

    Artık yeni bir başlangıç için kendini hazır hissediyordu. Hatta ilgisini çeken ve merak ettiği kişilerle ilgili, küçük adımlar atmaya başlamıştı. Önce biraz bilgi ediniyor, kendine göre belirlediği kriterlere uymuyorsa, aradan çıkarıyordu. Bazen ailesi ve çevresindeki kişiler de uygun gördükleri kişileri öneriyor, onları da aynı şekilde değerlendiriyordu.
    Çocukluğundan beri tanıdığı ve saygı duyduğu bir adam, onun için uygun birinden bahsetti. Yıllardır tanıdığı, güvendiği, mükemmel bir insan olarak bildiği aile dostu adam, eğer birini uygun görmüşse, doğru kişi olma ihtimali yüksekti… Önerilen kişi hakkında, genel ve kısa bazı bilgiler aldı. İki hafta sonra, görücü usulü ile kız evine misafir oldular. İlk defa, evlilik adına ciddi bir adım atıyordu...
    Misafirlikten döndüğünde, yaşadığı bu süreci, samimi olduğu dostlarıyla istişare etmeye karar verdi. Öncekinde öyle yapmamıştı. Aylardır düşündüğü kadın hakkında kimseye bir şey söylememiş, en küçük bir bilgi dahi vermemişti. İlgilendiği belli olmasın diye, onu iyi tanıyan kişilere, onun hakkında soru bile sormamıştı. Aynı ortamda bulunduklarında, ilgisini belli edecek davranışlardan kaçınmıştı. Ailesine bile anlatmamış, sadece iki kişi arasında sır olarak kalmıştı… Ama şimdiki durum farklıydı.
    Kafeci:
    “Görücü usulünü pek düşünmüyordun. Nasıl oldu da böyle bir karar verip kız görmeye gittin?”
    Geçmişte söylediği o büyük laflar aklına geldi ve biraz gülümseyerek konuştu:
    “Uygun biri olduğunu düşününce, hangi yöntemle karşılaşmış olduğumuz önemsiz geldi ve gittim.”
    Kitapçı Kadın, ilk önce tam anlamamış gibi baktı, sonra onu destekleyen açıklamalar yaptı:
    “Evet, bu bir olasılık. O kişiyle görücü usulü karşılaşmak da olasılıklardan biri. Nerede ve nasıl karşılaşıldığı, bence önemsiz. Yüzlerce kişi arasından, herhangi birisini fark etmekle, başka birisinin söylemesi arasında ne fark var? Bazıları bu geleneksel yöntemi küçümser gibi konuşuyor. Aslında hiçbir farkı yok. Kendimizin bulması ile başka birisinin tavsiyesi arasında hiçbir fark yok.”
    Kitapçı Kadın konuşmasını bitirince o devam etti:
    “İnsanın hayatında çok önemli yeri olan bu ritüelin, maalesef bir kitabı yok. Her erkek veya kadın, ne yapacağını ve nasıl davranacağını, yaşayarak öğreniyor. İnsanın hayatını etkileyen çok kritik bir ritüeli deneyerek öğrenmek, gerçekten büyük bir risk. Böyle kritik bir anda verilecek karar, insanın tüm hayatını etkiliyor.
    İlk defa evlilik konusunda ciddi bir adım atıyordum ve bana anlatılanları düşündüğümde, doğru kişiyi bulmuş gibi bir his oluşmuştu içimde. Hatta aramanın, beklemenin, merak etmenin, arzu edilen şey için mücadele etmenin verdiği heyecan kaybolmuştu… Kendimi bir boşlukta gibi hissetmeye başlamıştım. Öyle ya, arayış bitmişti… Beni geleceğe bağlayan, ümitle beklememi ve aramamı sağlayan içimdeki duygu yok olmuştu.”
    Kafeci:
    “O duyguyu çok iyi anlıyorum. Kavuşunca biter… Güzel olan; çekilen hasretin kendisidir. Aynı duyguyu, yıllarca memleketinden uzakta yaşayıp, sonra memleketine yerleşen kişiler de hisseder. Dağlara, yollara, sokaklara, ağaçlara, evlere, denize, donuk donuk bakar ve bir şey anlamaz. ‘Bu muymuş, benim yıllardır hasretini çektiğim’ der. Aslında ona güzel gelen; memleketi değil, çektiği hasrettir.”
    Kafeci konuşmasını bitirince, o kaldığı yerden anlatmaya devam etti:
    “Misafirliğe giderken çok iyi hazırlandım. Çok kaliteli bir takım elbise ve kravat ile oldukça şık ve resmi görünüyordum. Zafer kazanacağından emin bir komutan gibi, bu işi olmuş bitmiş biliyordum. Müthiş bir özgüven… Ellerimde çiçeklerle kapıya yaklaştığımda, onun gözlerini açarak bakmasına bir anlam veremedim. Korku değildi, ama heyecan mı, şaşkınlık mı, farklı bir şey mi, çözemedim. Hani ilk izlenim derler ya… Kafamda ilk izlenim bile oluşmadan, içeriye geçip oturduk.”
    Bilgisayarcı:
    “İlk bakışta aşk varsa, gözler büyür. Bir hormon salgılanır, feniletilamin hormonu. Korkuya benzer hassas bir duygu oluşur. Aşkın güzel yanlarından biri de bu. Feniletilamin, güzel bir duygu yaşatır insana, psikolojik rahatsızlıkların tedavisinde de kullanılır bu madde.”
    Kafeci:
    “Senin aklında başka biri varsa kadın hissetmiştir. Belki o nedenle soğuk ve şaşkın bir bakış atmıştır. The Notebook filminde geçen bir söz var: ‘Bir erkek, kadının gözlerine baktığında, o kadında başka bir kadını görüyorsa, kadın bunu anlar…’ Yani erkeğin unutamadığı biri varsa, kadınlar bunu hisseder. Kadınların hislerinin çok güçlü olduğunu unutma.”
    Kafeci’nin söylediklerinden çok, Bilgisayarcı’nın anlattığı şey ilgisini çekti. O bakış; bir aşk başlangıcı olabilirdi. Ama bu konuda içinde şüpheler vardı. Biraz düşündükten sonra konuşmaya devam etti:
    “Yeni biriyle tanışma aşamasında, nasıl giyinileceği ve nasıl davranılacağı konusunda bir yığın bilgi ediniyor insan. Ama o aşamaya geldiğinde, aklındaki bilgiler ve taktikler hiçbir işe yaramıyor. O bilgileri ve taktikleri kullanmak, insanın aklına bile gelmiyor. Bir erkek, ilk tanışmada, resmi takım elbise giymemeliymiş, bunu öğrendim… Bir de duygusal bakabilmeli, yoğun bir duygu yansıtabilmeli. Resmi bir toplantıya başkanlık eden devlet adamı gibi, süzücü bir bakış, olumsuz etki yapıyor.”
    Kitapçı Kadın:
    “Doğal olmak en iyisi. İnsan doğal davranabildiği kişinin yanında daha huzurlu olur. İlk gün kendini olduğundan farklı gösteren kişi, sonraki günlerde nasıl davranacak? Beğenecek olan kişi, onu doğal haliyle beğenmeli.”
    Biraz da misafir olduğu evde karşılaştığı durumlardan ve sonrasında yaşananlardan bahsetti:
    “Beni şaşırtan ve anlayamadığım tuhaf bir durum vardı evde. Önemli bir gün ve önemli bir misafirin geleceğini biliyorlardı. Evin düzeni, sıcaklığı, soğukluğu, evde olanların giyim kuşamı, her şey gözden geçirilmez mi? Evlenmeyi düşünen biri, tüm bu konuların kendi hayatını etkileyeceğini düşünüp, etrafa çeki düzen vermez mi? Önemli ve saygıdeğer kişiler referans olmuş… Kendisi için uygun görülen ve ilk defa göreceği bir misafir geliyor… Belki de hayatını birlikte geçireceği kişi ile o gün karşılaşacak… Eğitimli olmaya gerek yok, gelenek ve göreneklerimizde bile, misafir iyi karşılanır ve uğrulanır. Bazı görücü usullerinde, gelen misafir beğenilmediğinde, evde çeşitli zorluklar çıkarılırmış. Ama burada öyle bir durum da yoktu. Doğal bir boşvermişlik, dağınıklık, umursamazlık ve nezaketsizlik gözlemledim. Sadece gelen misafire karşı değil, kendilerine karşı da bir ilgisizlik vardı üzerlerinde.”
    Kafeci:
    “Çok ilginç. Referans olan kişiler, ailenin bu tuhaf durumunu bilmiyor muydu? Bu nezaketsizliği öğrendiklerinde ne dediler peki.”
    Özel hayatını ilgilendiren bir konuyla ilgili çok detay vermek istemiyordu. Misafir olduğu aile hakkında farklı bir ortamda konuşmayı da doğru bulmuyordu. Ama karşılaştığı bu durumu çözebilmek için, birkaç bilgi daha vermekte sakınca görmedi ve konuşmaya devam etti:
    “Maalesef referans olanlar; ya aileyi tam bilmiyor ya da yeterli araştırma yapmadan bizim için uygun gördüler. Beni en çok etkileyen de bu oldu. Her işimi yapmadan önce araştırır, inceler, sonra adımımı atardım. Onlara güvenmiştim… Bu işin iyi olacağına inanmıştım. Demek ki, en güvendiğimiz insanlar bile, hayati bir konuda, bizi bir maceranın içine sürükleyebiliyor... Misafirlikten döndükten sonra, farkına vardığım bazı durumlar, beni daha da endişelendirdi. Öfke kontrolü olmayan, eleştiriye tahammülsüz, aşırı hassas ve alıngan biriyle karşı karşıya olduğumu anladım.”
    Kitapçı Kadın:
    “Saydığın bu üç özellik çok önemli ve dikkatimi çekti. Bu üçünün bir arada olması tesadüf olamaz. Özellikle “eleştiriye tahammülsüzlük” aşırı ise, inkar boyutunda ise, çok ciddi bir sorun olabilir.”
    Kitapçı kadının dikkatini çektiği gibi, onun da “eleştiriye tahammülsüzlük” en çok dikkatini çeken durumlardan biriydi. İlk fark ettiğinde, bunun nedenini ve kimlerde görüldüğünü biraz araştırmıştı. Onun normal bir konuşmayı bile, “saldırı” veya “hakaret” olarak algılayıp, öfkeli ve düşmanca tepki göstermesini, kendini her konuda haklı görmesini anlamaya çalışıyordu.
    Gördüğü iki rüyayı ve anlamlarını da düşündü. Rüyadaki işaretlerin anlamlarına önem verirdi. Onlara gördüğü rüyadan ve anlamlarından bahsetti:
    “Evlenmeden önce, yeni birini tanımaya başladığımızda gördüğümüz rüyalar, önemli işaretler içeriyor olabilir. Her görülen rüya doğru olmayabilir. Rüyamızda gördüğümüz her şeyi uygulamak yanlış. Bazıları yeni tanıdığı kişiyi, daha önce sevdiği kişi suretinde görebiliyor. Kafasında nasıl sembol oluşturmuşsa öyle görebilir… Yeni tanıdığı kişi, belirgin özellikleri ile rüyasına girebilir. Ben onu rüyamda yüzüstü uyurken gördüm birkaç defa. Kendisi uyurken, yerde soğukta uyuyan küçük bir çocukla hiç ilgilenmiyordu, umurunda olmuyordu… Rüyanın anlamını araştırdığımda; onun hayata karşı ilgisiz, mutsuz ve depresyonda olduğunu anladım. Ciddi iletişim sorunları olan, karamsar bir duruma işaret ediyordu rüya. Ama yine de biraz bekleyip düşünmek lazım…”
    Kitapçı Kadın:
    “He’s Just Not That Into Me - Erkekler Ne Söyler Kadınlar Ne Anlar filminde şöyle bir söz geçiyor: ‘Kendimi kadınlardan güvenli bir mesafede tutmaya ve gücü elimde tutmaya o kadar alışmıştım ki, içlerinden birine gerçekten aşık olduğumda, bunun nasıl bir şey olduğunu anlayamadım. Bilmiyordum. Bunu bilmiyordum.’ Bazen erkekler veya kadınlar; ilk defa bir aşkla karşılaştıklarında ne yapacaklarını, nasıl davranacaklarını bilemiyor. Senin yeni tanıştığın kişinin de, uzun zamandır kimse ilgisini çekmemişse, şimdi nasıl davranacağını ve ne yapacağını bilememiş olabilir.”

erkekler-ne-soyler-kadinlar-ne-anlar-aski-bilmemek

He’s Just Not That Into Me - Erkekler Ne Söyler Kadınlar Ne Anlar filminde, Alex aşık olmuş ama aşkın nasıl bir şey olduğunu bilmiyor.

    Kafeci:
    “Anladığım kadarıyla, sen bu olaydan çok etkilenmişsin. Sende yeni başlamış bir aşkın belirtilerini görüyorum. Belki de her şey beklediğin ve istediğin gibi ilerlemediği için, gurur yaptın, hırs yaptın. Önce ne istediğini ve ne yapmaya çalıştığını bir düşün. Duygularını anlamaya çalış.”
    Kafeci, hayatta çok farklı kadınların karşımıza çıkabileceğini söyleyerek bir anısından bahsetti:
    “Her kadın aynı olmuyor. Çok sevdiğim bir kadın vardı. Ona açılmaya çalıştığım günlerde, aşırı zayıf göründüğünü söyleyip, fiziki görünüşüyle ilgili yorum yapmıştım. Etrafında konuştuğu erkekleri kıskandığımı, konuşmalarımda belli ediyordum. Elbette sevgimi, ilgilimi ve onu çok düşündüğümü de… Uzaklara giderse, vazgeçeceğimi söylemiştim. Ne yapmaya çalıştığımı bilmez bir hava içinde konuşuyor, yazıyordum… Geçmişi ile ilgili yorumlarım ve sorularım da onu incitmişti… Ama o bana hiç kızmıyor ve beni hiç kırmıyordu. Sustuğu ve hiç cevap vermediği anlar oldu…
    Daha sonra başka bir kadınla tanıştım. Kadın beni adeta yerden yere vurdu. Geçmişte onu kırdığım ve üzdüğüm ne varsa, bu yeni kadın bedelini ödetti. Onu ne kadar çok kırdığımı ve üzdüğümü anlamamı sağladı… Ona olumlu ve güzel şeyler söylemeliydim. Seven bir insan; gördüğü olumsuzlukları, aradaki engelleri sorun eder mi? Bunları söyler mi? Kararsızlık yaşar mı? Ben biraz haddimi de aşmıştım…
    Demek ki kimseyi incitmemek, kırıp dökmemek lazımmış. Konuşurken, yazarken, karşımızdaki kişiyi de düşünmeli… Kadın veya erkek fark etmiyor, kimsenin ahını almamak lazım. Ona bir mesaj attım ve şöyle dedim: ‘Seni kırdığım ve üzdüğüm ne varsa, hepsini anlamamı sağlayacak olaylar yaşadım. Duaların kabul olmuş… O etkili dualarını, artık benim iyiliğim için yap...”
    Kafeci’nin eski anısını dinlediler. O da öfkeli bir kadınla karşılaşmıştı. Bilgisayarcı, az önce konuşulan “eleştiriye tahammülsüzlük”, “öfke kontrolü” hakkında konuşmaya başladı:
    “Geçen yıl bir film izledim. Jules and Jim-Unutulmaz Sevgili. Eğer lise veya üniversite yıllarımda ben o filmle karşılaşsaydım, ‘bu siyah beyaz film ne anlatabilir ki’ der, geçer giderdim. Kadınları anlamamızı sağlayan müthiş bir film. Zaten ünlü bir Fransız yazarın kitabından alınmış.
    Oradaki kadın da, asla en küçük bir eleştiriye dahi tahammül edemiyor. Kendi aralarında konuşurken, Baudelarire'in kadınlarla ilgili, ‘Kadını doğal haline bırakırsan iffetsiz bir yaşam sürer.’ sözünden ve diğer sözlerden çok alınıyor ve dereye atlıyor… Borderline ve bipolar kadınlarda görülen belirtilerin hepsini taşıyordu. Ansızın ne yapacağı belli değildi. Kocası serseme dönüp bunalmıştı.”

jules-and-jim

Jules and Jim-Unutulmaz Sevgili filminde Catherine ve Jim.

    Bilgisayarcı’nın bahsettiği Jules and Jim-Unutulmayan Sevgili filmi, Fransa’da yayınlandığı yıllarda, kadınları ahlaksızlığa özendirdiği için çok eleştirilmiş. Kadınların, erkekler gibi çapkınlık yapmaya başlamasında, o dönemlerde başlatılan bu gibi akımların etkili olduğu söylenir. Jules, evliliğinin nasıl gittiğini Jim’e anlatırken, kadın hakkında önemli bilgiler veriyor:
    Jules: Ama her şey yolunda olduğu zaman, bazen hoşnutsuzluk duyuyor, davranışları değişiyor. Hareketleri, konuşmaları, kırbaç gibi iniyor her şeyin üzerine. Genellikle yumuşak başlı ve cömert. Ama yeterince takdir edilmediğini düşündüğünde, korkunç oluyor. Bir uçtan ötekine geçiyor, ansızın saldırıyor.
    Filmde Jules, karısının kendisini defalarca farkı kişilerle aldattığını, ara sıra çekip gittiğini, sonra geri döndüğünü, yine çekip gitmesinden korktuğunu anlatıyor:
    “O kendini felaketlerle ifade eden bir tabiat olayıdır.”
    “O çok güzel, akıllı, dürüst değildir. Ama gerçek bir kadındır.”

    Kadının doğal hali… Aslında birçok erkeğin, kadınları anlamakta zorlanması, kadınlarda gördüğü o duygu ve davranışlar, kadının doğal halini yansıtmasından ibaret. Bir kadının, tabiat olayı gibi gelen felaketleri daha az yaşatması; eğitilmesi, terbiye edilmesi, iradesine sahip çıkma yeteneği kazandırılması ile mümkündür.
    Filmde, Jules ile Jim çok yakın arkadaş. Ancak, kadın ile Jim arasında da değişik bir aşk yaşanıyor. Jim, bu konuda yanlış yaptığının farkında. Bu pişmanlığını çok veciz bir sözle ifade etmiş. İnsanlık tarihinin başından itibaren, günümüze kadar gelip yerleşmiş olan ahlak kurallarını tanımayıp, her istediğini yaşayan, kendisi kural keşfetmeye çalışan kişiler için ibret verici bir söz:
    Jim: İnsanlık yasalarını baştan keşfetmek güzel, oysa varolan kurallara uymak rahat olmalı. Hayatın kaynağı ile kumar oynadık ve kaybettik.
    Kafeci:
    “Bir insan, kendi kuralını oluşturup ona göre yaşamaya başladığında, deliliğe adım atmış demektir.”
    Kitapçı Kadın:
    “Bernard Shaw’ın, kadınlarla ilgili meşhur bir sözü var. Dünyanın en huysuz ve çekilmez kadını kimdir diye sorduklarında, gülerek cevap vermiş: ‘Yeryüzünde bir tek çekilmez kadın vardır. Her evli erkek onun kendi karısı olduğunu zanneder!..’ Kadınlarla ilgili bu sözü sakın yanlış anlamayın. Herkes ufak tefek sorunlar ve tartışmalar yaşayabilir. Ama sürekli sorun yaşanıyorsa normal diyemeyiz.”
    Kafeci:
    “Geçen yıl bu filmi ben de izledim. Evet, kadın eleştiriden çok korkuyor. Her şeyi 'yargılanmak' olarak algılıyor. Psikolojik bir sorunu olduğu çok belli. Filmde bunları görüyoruz. Bir uçtan ötekine geçmesi, Jim ile sıfıra inip tekrar yüze çıkan aşkları, aldatmaları, intiharı normal bir ölüm gibi görmesi, tehlikeli araç kullanması ve bu tip hastaların büyük çoğunluğunun yaşadığı gibi acı sonu yaşaması...”
    Bilgisayarcı:
    “Filmi izleyen çoğu kişi, Jules’ü kıskanç olmayan bir koca olarak değerlendiriyor. Borderline ve bipolar hastalarının, bir insanı kumar makinası gibi bağladığını bilselerdi, böyle düşünmezlerdi. Jules, kadının yanında kalması için her şeye razı olacak hale gelmişti.”
    Kafeci devam etti:
    “Filmde, böyle kadınlar hakkında Jim’in bir sözü geçiyor. Biraz acı ve ağır bir söz: ‘Bir koca ve çocuklar için yaratılmış bir kadın mı acaba? Korkarım ki bu dünyada hiç mutlu olamayacak. Belki de sadece bir kadın değil, herkes için bir hayalet o.’ Biraz ağır ama maalesef böyle kadınlar; kendine, kocasına ve çocuklarına zarar verebiliyor.”
    Kafeci:
    “Herkesin çevresinde bu rahatsızlığı yaşayan kişiler olabiliyor. Sonuçta bu da bir hastalık. Başka hastaları aşağılamadığımız gibi, onlara karşı da duyarlı olmalıyız. Bir insanın psikolojik veya ruhsal sorunlarını kaba bir şekilde yüzüne söylemek, kendimizden nefret edilmesini sağlar. Karşıdaki kişi bunu bir yargılama olarak algılar. Ama şu da bir gerçek ki, bu hastalar maalesef kendilerine gösterilen duyarlılığı, başkalarına gösteremiyor. Hasta oldukları için; acıma, vicdan gibi duygular zaman zaman yok oluyor. Borderline, bipolar, paranoid bozukluk, şizofreni türü hastalığı olan kişilerle evlilik gerçekten çok zor…”
    Bilgisayarcı:
    “Ruhsal bozuklukların hepsinde, birçok ortak belirti görülebiliyor. Bir makalede, ruhsal bozuklukların hepsinin, aşama aşama artan bir sorunun farklı yansımaları olduğunu okumuştum. Spektrum gibi. Güneş ışığı cam prizmadan veya su damlasından geçtiğinde, farklı renklere ayrılır. Gökkuşağındaki renkler oluşur. Aslında hepsi ışıktır, sadece renkleri farklıdır. Renkleri farkı görmemizin sebebi; denizdeki dalga boyları gibi, yüksekliklerinin farklı olmasından kaynaklanır. Işığın dalga yüksekliğinin az veya çok olması, bize farklı renkler olarak görünür.
    Ruhsal sorunlar da böyledir. İnsanın ruhuna zarar veren, travma yaşamasına sebep olan bir durum, eğer önlenemez ise, depresyonla başlayıp, bipolar, borderline, paranoid bozukluk, şizofreniye kadar giden bir süreçle karşı karşıya bırakabilir. Genetik faktörler de etkili. Anne-babada varsa, çocuklarda çıkma olasılığı var.”
    Jules and Jim filmiyle ilgi konuşulanları dinlerken, yüzü renkten renge girmiş, büyük bir tehlike atlatmış gibi konuşulanları anlamaya çalışıyordu. Son duydukları, onu daha da endişelendirdi. Dikkatlice dinliyor, bazen aklına takılanları soruyordu:
    “Yeni tanıdığımız birinin konuşmalarına ve davranışlarına bakarak, bir sorun olup olmadığını anlamak kolay değil ki. Etrafımızdaki herkes normal bir insan gibi dolaşıyor. Belli bir süre birlikte vakit geçirdikten sonra, bir sorun olup olmadığını belki anlayabiliriz.”
    Kafeci:
    “Karşımızdaki kişide psikolojik bir bozukluk olup olmadığını anlamak elbette kolay değil. Son yıllarda herkes psikolog gibi teşhis koyuyor. Birkaç belirtiye bakıp etiketi yapıştırıyor. Meşhur bir söz var: ‘Psikanaliz çıktığından beri hemen herkes az çok hastadır.’ Aslında herkeste dengeli bir şekilde var olan bazı duygu durumları, onlarda bozukluk seviyesinde… Albert Camus’un bir sözü var: ‘Bazılarının sadece normal olmak için ne kadar büyük çaba gösterdiğini hiç kimse bilmiyor.’ Normali yakalamak, dengeli olmak kolay değil. Ne kadar çok çeşit duygumuz olduğunu, çoğu kişi bilmez… Bu duyguları bilmek ve dengede tutmak çok önemli.**
    ABD’de yapılan Rosenhan deneyi, psikiyatri uzmanlarının bile psikolojik bozukluklara doğru teşhis koyamadığını ispatlamış. Yani anlamak kolay değil. Ama bazen belirtiler o kadar çok net oluyor ki… Ortada bir sorun olduğu belli. İşin kötü tarafı, bunlar genelde psikolojik bir rahatsızlığı olduğunu da kabul etmiyor. Tedaviye ve ilaca karşı çıkan, iyileştiğini zannedip ilacı kullanmayı kesen ve sonrasında olay çıkaranlar olabiliyor. Maalesef üzücü bir durum. Hem hasta için, hem de yakınları için zor bir hayat.” 
    Kitapçı Kadın:
    “Bununla ilgili bir söz var: ‘Psikiyatriye hasta olanlar değil, onların hasta ettiği kişiler gelir.’ Evlenince düzelir, sevgim onu iyileştirir diye düşünüyor bazıları. Evet, sevgi biraz etkili olabilir. Ama tamamen iyileştirmiyor. Onu düzelteceğim derken kendi psikolojisi bozuluyor.”
    Bilgisayarcı:
    “Bir insanın psikolojik bozukluğu olup olmadığını anlamak gerçekten zor. Herkes psikolog gibi teşhis koymamalı ama karşımızdaki insanların hal ve hareketleri, duygu durumları, bazen bize çok şey söylüyor. Borderline olanlarda; ani duygu değişiklikleri, saatlik, dakikalık, günlük değişiklikler görülüyor. Aşırı yüceltip, sonra yerin dibine sokma, git-geller, öfke, kavga, aşağılama, hakaret, kararsızlıklar, sürekli intihar düşüncesi, boşluk hissi oluyor. Bipolar olanlarda; bu özelliklerin çoğu görülüyor ama onlar uzun dönemde yaşıyor. Başlangıcı ve süresi değişebilir. Genelde bahar/yaz  döneminde mani, yani taşkınlık yaşıyorlar. Sonbahar/kış dönemi ise depresyonda geçiyor.”
    Kefeci’nin yanında çalışan eleman, bu tip rahatsızlığı olan bir arkadaşından bahsetmeye başladı:
    “Bir kabus gibiydi. Bittiğinde kendimi rüyadan uyanmış gibi hissettim. Öyle sözler söylüyor, öyle davranışlarda bulunuyordu ki, daha sonra o sözleri nasıl söylediğine, o davranışları nasıl yaptığına, kendi de inanamıyordu. Aşırı bir bencillik, kendini haklı görme huyu vardı. Egosu kabarık ve duyguları hassas olduğu için, savunma mekanizmalarını çok kullanırdı. Özellikle inkar ve yansıtma. Kolay yalan söylerdi. Onun için yaptığım fedakarlıklar, aldığım hediyeler, sevgimi ve ilgimi belli ettiğin davranışlar, bir süre sonra çok önemsiz bir şey haline geliveriyordu. Gereksiz alışveriş yapar, aşırı para harcardı. Bu hastaların bazıları yüksek miktarda kredi çeker veya borç alırmış. Benimki o kadar ileri gitmiyordu. Şükür duygusu yoktu, ne yapsam yetmiyordu. Beni çok sevdiğini söylüyor ve bunu belli ediyordu. Ama saatler sonra veya bir gün sonra en nefret ettiği kişi haline geliveriyordum. Çok basit bir sözümü eleştiri olarak algılayıp, bir anda her şeyi siliyor, benden nefret eder hale geliyordu. Bazen, hangi davranışımdan veya sözümden alındığını bile çözemiyordum.
    Ondan uzaklaşmakta epey zorlandım. Çünkü bu hastalar vicdana oynayıp, etrafındaki kişileri yanlarında tutmayı çok iyi beceriyor. Bu konuda olağanüstü yetenekleri var. Ağlamalar, sağı solu kırıp dökmeler, ayrılıyorum diyerek gece yarısı dışarı kaçmalar, ne maceralar yaşattı. Kimseye güvenemezdi, her şeyden şüphelenirdi. Ona laf anlatmak, doğru bir şeyi kabul ettirmek, imkansızdı. Başkalarına beni kötüler, yanımda ise farklı davranırdı. Öfkelendiğinde; söylediği kaba sözler, yaptığı hakaretler, aşağılamalar, saygısızlıklar, dayanılabilecek gibi değildi. İnsana kendini değersiz ve suçlu hissettiriyor, adeta çöküyorsunuz.
    Bir gün gözünde aşırı büyütüyor, sonraki gün yerin dibine sokuyordu. Aynı kişiden böyle tutarsız ve çelişkili tepkiler almak, insanı nasıl berbat bir hale sokuyor, anlatamam... İnsanın enerjisini, ruhunu sömüren bir durum. Bu rahatsızlığı olan kişilerin, evli veya bekar olması çok fark etmiyor. Aynı anda 2-3 kişiyle görüşme veya aldatma ihtimalleri yüksek. Böyle birinden ayrılmak, kendinizi unutturmak, izinizi kaybettirmek çok zor. Neyse ki ben sorunun ne olduğunu erken fark edip, ondan uzaklaşmayı başardım.”

    Kafede çalışan elemanın anlattıklarına benzer olayları, daha önce çeşitli kişilerden de duymuştu. Ama çok üzerinde durmamış, basit bir kadın-erkek ilişkisi olarak düşünmüştü. Şimdi ise, aslında ortada psikolojik bir bozukluk olduğunu düşünüyordu:
    “Böyle olaylı ilişkileri artık daha çok duyuyoruz. Herkes gidip sorunlu birini mi buluyor, yoksa sorunlu kişilerin etkilediği insanlar mı artıyor? Belki de, birden çok kişiyle ve sorunlu kişilerle ilişki yaşayanların sesi çok çıktığı için, böyle olayları daha çok duymaya başladık.”
    Bilgisayarcı:
    “Kadınlarda daha çok görülüyor. Eskiler böyle kadınlar için “histerik” benzetmesi yaparmış. Bazı araştırmalar, evli kadınların, 35-40 yaşlarına doğru, hastalık belirtilerini daha az gösterdiğini söylüyor. Bana öyle geliyor ki, özellikle kadınların, belli bir yaşa kadar bekar ve çocuksuz yaşamaları, psikolojik bir rahatsızlığa yakalanma risklerini arttırıyor.”
    Kafeci:
    “Ama rahatsızlığı varsa, böyle kişilere evlilik pek tavsiye edilmiyor. Anne-babaları ile birlikte yaşamaları daha mantıklı olabilir. Bazıları olaya romantik yaklaşıyor; evlenince geçer, çocuk olunca geçer, ben onu iyileştiririm, destek olurum, sorunları birlikte aşarız gibi düşünüyor. Ama bu iyi niyet genelde karşılık bulmuyor. Birkaç yıl iyi gitse bile, hamilelik vb. nedenlerle ilaçları bıraktığı anda, her şey yeniden başlıyor. İyi niyetli kişi, ansızın terk ediliyor veya aldatılıyor. Veya basit bir tartışmanın sonu, hiç beklenmedik bir şekilde, cinayetle veya ölümle sonuçlanabiliyor. Rahatsız olan kişi şiddet uygulayabiliyor veya karşısındaki kişiyi, hiç aklına gelmeyecek şekilde şiddet eylemlerine sürükleyebiliyor. İyi niyetli bir insan, bir anda kendini hiç aklına gelmeyecek adli bir vakanın içinde bulabilir. Çocuklar da zarar görüyor. Haberlerde gördüğümüz cinayetlerin altında, teşhis edilmemiş psikolojik rahatsızlıklar yatar. Kendi çocuğunu, bebeğini öldürenlerin sorunu budur… Bazı intihar olayları da böyledir… O çıkan haberleri bir de böyle okuyun…”
    Kitapçı Kadın:
    “Maalesef ruhsal bozukluklar ilerlediğinde, düzelmesi neredeyse imkansız hale geliyor. Hasta kişi de ömür boyu çekiyor, onunla ilgilenenler de. Bunu anlatan bir atasözü var: ‘Ölüsü olan bir gün, delisi olan her gün ağlar.’ Allah kimsenin başına vermesin, çok zor.”
    Bilgisayarcı:
    “İyi kalpli kişiler, kendini psikiyatri uzmanı gibi görüp, onu iyileştirebileceğini zannediyor. Halbuki psikolojisi bozuk biri, en yumuşak huylu insanı bile deli edebilir. Öfkeli olanlar hiç yaklaşmamalı. Çünkü borderline olanlarda; kaygı, korku, saldırganlık gözlenir. Öfke kontrolleri yoktur. Sevgi, şefkat ve merhamet gibi hislerinde sorun vardır. Kavga ve kargaşa çıkarmada ustadırlar. Böyle bir durumda, karşıdaki kişi de öfkeli ise, neler olacağını düşünmek istemiyorum.”
    Kitapçı Kadın:
    “Filmde, Jules’ün bunalmış ve serseme dönmüş hali her şeyi özetliyor aslında. Sizi çok sevdiğini söyleyen biri, ertesi günü sizden nefret ediyor, düşmanca davranıyor… Bu dengesizlik insanın ruhunu mahveder. Filmde geçen Çin İmparatoru’nun sözü de sanırım bunu anlatıyor: ‘Karşınızdaki adam, dünyanın en mutsuz erkeği. Çünkü, onun iki karısı var. Birinci karısı ve ikinci karısı.’ Aslında tek kadın ama kadında iki ayrı kişilik var. Acı verici bir durum.”

    Anlatılanlar, şimdiye kadar evlilik konusunda hiç aklına getirmediği konulardı. Herkes evleneceği kişide neleri arıyorsa, o da aynı şeyleri arıyordu. Ama şimdi duydukları, kafasını iyice meşgul etmeye başladı:
    “Evleneceğimiz kişide şimdi bir de bunu mu düşüneceğiz… Anlamak da zor. Ama gerçekten hepsinden önemlisi de bu; iyi bir ruh sağlığı.”
    Bilgisayarcı:
    “Ruhsal sağlığı bozulmuş insanlar, etrafımızda normal insanlar gibi dolaşıyor. Bunlardan çok iyi yerlere gelenler de var. Dostlarımızı ve evleneceğimiz kişiyi seçerken, bu olasılığı hiç düşünmüyoruz. Sonradan fark edenler oluyor ama onlar da bu durumun kendilerine ne kadar çok zarar vereceğinden habersiz… Herkes karşısındaki kişinin güzelliğine, yakışıklı olmasına, zekasına, parasına, mesleğine falan bakıyor. Ama karşısındaki kişinin ruh sağlığını düşünen yok... Son yıllarda, ruhsal sağlığı bozulmuş insanlar o kadar çok arttı ki...”
    Kafeci:
    “Bu hastaların kendileri, aileleri ve çocukları büyük zorluklar çekiyor. Genetik ve sonradan olan rahatsızlıkları bir kenara koyarsak, geriye kalan en büyük neden, küçükken yeterli anne-baba sevgisi ve ilgisi görmemeleri. Yani düzensiz aile yapısı...  Çocukluktan kalan o terk edilme korkusu, ileri yaşta ilişkilerine de yansıyor. Hastaların sorunlu davranışlarının özünde, biraz da bu “terk edilme korkusu” yatıyor. Anne-baba ayrılmış ise, çocuk baba figürü eksikliği içinde yetişiyor. Ahlaki gelişim ve yasalara uyma, babayla şekillendiği için, çocuk büyüdüğünde, kuralsız yaşıyor, dürtüleri ile hareket ediyor. Ama maalesef kedi gibi yaşamak isteyen kadınlar bunu düşünemiyor... Çocuğu tek başına, babasız yetiştirebileceğini zannediyor. Çocuğun duygularını önemsemiyor, göremiyor. Yıllar sonra çocuk büyüyüp, sorunlu bir hale geldiğinde, onunla ilgilenmek zorunda kalıyor. Hem kendi için, hem de çocuk için, zor bir hayat oluyor.”

    Kafede çalışan eleman, az önce psikolojik rahatsızlığı olan bir arkadaşından bahsetmiş ve zor da olsa ondan ayrılıp uzaklaştığını söylemişti. Bu konuda karar vermesinde çok etkili olan bir filmden bahsetti:
    “Misery-Ölüm Kitabı filmi. Ünlü bir yazar, dağlık bir kasabada kar fırtınasına yakalanıyor ve arabası yolun kenarına uçuyor. İri yarı bir kadın, onu arabadan çıkarıp omzuna alıyor ve evine götürüyor. Kadın, yalnız başına yaşayan bir hemşire. Yazarın tüm romanlarını okumuş ve ona hayran biri. Yazarı tedavi ediyor ve evinde bir süre ona bakıyor. Hastaneye ve yazarın yakınlarına haber vermiyor. Yollar kapalı, telefon hatları kopuk diyerek yalan söylüyor. Yazar, nasıl bir kadınla ve olayla karşı karşıya kaldığını, ilk olarak hasta yatağında çorba içerken fark ediyor. Kadın, basit bir konuşmayı “eleştiri”, “yargılama” olarak algılıyor ve bir anda tamamen farklı bir kadına dönüşüveriyor...”

Misery-kadinin-sinirlenme-sorunu

Misery-Ölüm Kitabı filminde, dağlık bir kasabada kaza geçirdiği için yaralanan yazar ve onu evde alıkoyan sorunlu kadın.


 

Misery-Ölüm Kitabı filminde, psikolojik sorunları olan kadının, normal bir konuşmayı eleştiri ve yargılama olarak algılayıp aniden öfkelenmesi.

    Bilgisayarcı:
    “O filmi biliyorum. Yazarı eve hapsediyor, kapıları kilitliyor, dünya ile bağlantısını kesiyor. İyileşince gideceğini anlayınca, yeniden ayaklarını balyozla kırıyor. Görüntüsü normal bir kadın gibi ama içinde acıma, şefkat ve merhamet yok… Aşırı hassas ve alıngan. Her şeyden nem kapıyor. Eleştiriye, aşağılanmaya hiç gelemiyor ve parlıyor. Aniden sinirleniyor ve hayatını berbat eden şeyin de bu olduğunu iyi biliyor. Yazarı gözünde çok büyütüyor. Aşırı abartma bu tip hastalarda görülür. Silah taşıyor ve intihara meyilli bir hali var. Kendisi ile ilgili çıkan haberler ve gazete arşivleri dehşet verici. Çalıştığı hastanelerde, çocukları ve yaşlıları gizlice öldüren bir psikopat olduğundan şüpheleniliyor. Kadında; bipolar, borderline, paranoid bozukluk, şizofreni, hepsinden biraz var. Bu hastalıkların belirtileri bazen iç içe geçiyor veya birlikte görülebiliyor. Ancak hepsinin birden görüldüğü hastalığa ayrı bir isim de verilmiş.”
    Kafeci:
    “Paranoid kişilik bozukluğu daha belirgindi o kadında. Borderline ve bipolar kadar bilinmeyen bir bozukluk.”
    Kafeci kadın:
    “Paranoid bozukluk nasıl anlaşılıyor peki?”
    Bilgisayarcı:
    “Filmde, bunun belirtileri net bir şekilde veriliyor. Kadın, normal bir konuyu hakaret ve aşağılama olarak algılıyor. Nasıl başarıyorsa artık… Aşırı duyarlılık var. Güvensizlik ve şüphe her yerini sarmış, çevresinde kimse yok. Yoğun bir korku ve öfke yaşıyor, düşmanca tavırlar sergiliyor. Haksız ve suçlu olduğu konularda, bırakın bunu kabul etmeyi, karşısındaki kişiyi suçlu konuma sokabiliyor. Düşünsenize, size karşı yanlış yapan birinden özür beklerken, bir anda kendinizi suçlu konumda buluyorsunuz... Borderline ve bipolar özelliklerden bazıları da paranoid bozukluk olanlarda görülüyor. Ama kadının en belirgin özelliği; normal bir konuyu bile ‘eleştiri’ ve ‘yargılama’ olarak algılaması.”
    Bilgisayarcı, son sözündeki “yargılama” konusu ile ilgili, filmde geçen bir ayrıntıyı hatırlamak için biraz düşündü. Sonra yeniden konuşmaya devam etti:
    “Kadın tarafından işlendiği düşünülen cinayetlerle ilgili garip bir durum vardı. Hakkında birçok şüphe var ama o sıyrılmayı başarmış. Kitapta not aldığı ve mahkemede yargıca karşı kullandığı bir söz dikkatimi çekti: ‘İnsanoğlundan daha yüce bir adalet var, beni o yargılayamayacak.’ Bu cümle, onun ‘yargılanma’ algısı ile ilgili psikolojik durumunu açıklıyordu.”
    Kafeci:
    “O filmde, aklımda kalan ilginç bir sahne var. Yazarın bir romanında, çocuk kahraman ölüyor. Sonuçta roman, yazar böyle yazmış. Gerçek değil… Ama kadın, bunu gerçek gibi algılıyor ve sanki yazar çocuğu öldürmüş gibi davranıyor. Böyle davranmasının nedeni, çocuğa acıması değil… Esrarengiz bir şekilde ölen kardeşi ve hastanede ölen çocuklarla ilgili savunma mekanizmasını kullanıyor… “Yansıtma” yapıyor. Bu hastaların en çok yaptığı şey “yansıtma”. Yaptıkları yansıtmalar, kendileri hakkında önemli ipuçları verir.”
    Bilgisayarcı:
    “Filmde kadının siniri ve öfkesi çok güzel anlatılmış. Gittiği sinemada, izlediği filmde gördüğü bir noksanlığı, salonda ayağa kalkarak eleştiriyor, bağırıyor. Daha önce yaşadığı bu durumu, yazara anlatırken, sanki yeniden yaşıyormuş gibi hiddetlenerek anlatıyor. En önemli sorunlarından birinin “sinirli” olması olduğunun kendisi de farkında.”

    Misery filmi ile ilgili anlatılanlar onu korkutmuştu… Kendi yaşadıkları ile dinledikleri arasında bazı benzerlikler kuruyor, sonra abarttığını düşünüyordu. Sadece birkaç benzerliğe bakarak karar vermenin, yanlış sonuçlara götürebileceğini iyi biliyordu. Kendini psikiyatri uzmanı yerine koymaması gerektiğini de iyi biliyordu. Ama yine de, bir sorun olduğunu düşünmekten kendini alıkoyamıyordu:
    “Bir insanda sorun olup olmadığını anlamak zor olduğu gibi, hangi psikolojik bozukluk olduğunu kestirebilmek de gerçekten zor. Normal insanlarda gördüğümüz davranışlar, birden çok psikolojik bozuklukta belirti olarak karşımıza çıkıyor.”
    Kafeci:
    “He Loves Me, He Loves Me Not-Seviyor, Sevmiyor filminde, doktora saplantılı bir şekilde aşık olan, platonik aşk yaşayan kadının sorunu da, bir tür paranoid bozukluktur. Hastalık adı “erotomania” olarak geçiyor. O kadın da acımasızca davranışlar sergiliyor. Aşk ile paranoyak sanrının birleşmiş hali… Evet, psikolojik rahatsızlığı olan kişilerde, birden çok psikolojik bozukluk içe içe geçmiş olarak görülebiliyor.”

he-loves-me-he-loves-me-not-seviyor-sevmiyor

He Loves Me, He Loves Me Not - Seviyor, Sevmiyor filmindeki kız, her şeyin kafasında kurduğu bir hayal dünyasından ibaret olduğunu anlıyor.


 

He Loves Me, He Loves Me Not - Seviyor, Sevmiyor filmindeki kız, her şeyin kafasında kurduğu bir hayal dünyasından ibaret olduğunu anlıyor.

    Kitapçı Kadın:
    “Hep kadınlar mı bu tip hastalığa yakalanıyor, neden erkeklerle ilgili örnekler aklınıza gelmiyor?”
    Bilgisayarcı:
    “Var. A Beautifull Mind-Akıl Oyunları filmi. Orada “şizofreni” hastalığına yakalanan Nobel ödüllü bir Matematikçi’nin hayatı anlatılıyor. Yaşanmış, gerçek bir olay. Oyun Teorisi’ni geliştiren, matematik ve ekonomi alanında birçok buluşlara imza atan, olağanüstü zeki bir adam.* Hastalığı 30 yaşlarında ortaya çıkıyor ve 25 yıl sürüyor. Eşinin sevgisi ve ilgisiyle iyileştiği, filmde biraz abartılarak anlatılmış. Aslında şizofreni hastaları iyileşmez. Fakat, çok seyrek de olsa, kendiliğinden iyileşen hastalar olabiliyor. Belirtilerin görülmemesi ile bunu karıştırmamak lazım. Çoğu hasta “ben iyileştim” diyerek ilaçları kullanmayı bıraktığında, sorun yaşanıyor. Filmde bu da verilmiş. Matematikçi, 35 yıl boyunca ilaçlarını kullanmış. 86 yaşında, bir trafik kazasında, eşiyle birlikte ölmüş.”
    Kitapçı Kadın:
    “O filmi hatırlamanıza sevindim. En çok beğenilen filmlerden biri. Matematikçi; bir yığın formüllerle, hesaplarla, şifrelerle uğraşıyor. İnsanlardan uzaklaştıkça, gerçekle olan bağlantısı kopuyor. Bence burası çok önemli. İnsanlardan uzaklaşmak ve yalnızlık, bir süre sonra insanın dengesini bozuyor…”
    Kafeci:
    “Aslında çözmeye çalıştığımız şeyin ne olduğu çok önemli değil. Bazı insanlar hasta gibi kendilerini bir konuya kaptırıyor, çözmeye çalışıyor. Bu arada olmadık bağlantılar kuruyor. Filmdeki gibi aşırı yoğunluk, bir sürü şey biriktirme, yemeyi unutma, programını aksatma gibi sorunlar yaşıyor. Çok biriktirmemek önemli… Normalden sapmamak önemli.”

akil-oyunlari-nash-odasi-dergi-kesme-sifre-cozme

A Beautifull Mind-Akıl Oyunları filmindeki ünlü matematikçinin şifre çözüp bağlantılar kurmaya çalıştığı çalışma odası.

    Kitapçı Kadın:
    “Ben Matematik derslerinin bu kadar yoğun işlenmesini ve abartılmasını kabul edemiyorum. Öğretilenlerin büyük bir kısmı hiç kullanılmıyor. Düşünme becerilerini geliştirdiği için veriyoruz diyorlar ama ben gelişen bir şey göremiyorum. Matematik ile Felsefe arasında bir fark yok… İkisi de insanların gereksiz yere kafa yormasından başka bir şey değil. Beynin mantık tarafını çok geliştirip, etrafımızı robot gibi duygusuz insanlarla dolduruyorlar. Filmin sonunda, Matematikçi de bunu itiraf ediyor. Mantık değil, sevgi önemli diyor.
    Doktorlar, integral ve türevi hangi hasta üzerinde kullanıyor? Hesap makinesi ve bilgisayarın olmadığı zamanlarda kullanılan işlemleri hala öğretmeye çalışıyoruz. Filozoflar bile ‘sadece çok iyi filozoflar felsefe yapmalı’ derken, biz ilkokul çocuklarına felsefe öğretmeye çalışıyoruz. Dini bile Felsefeye dönüştürdük… İnsanların kendini tanımasını sağlayacak temel psikoloji dersleri ise, gizemli bir bilgiymiş gibi herkesten saklanıyor, sadece ilgili üniversitelerde veriliyor. Matematik ve Felsefe, sadece uzmanlara bırakılmalı. Fen bilimlerine ağırlık verilmeli. Çocuklar Fen Bilimlerini iyi öğrenirse, yaşam becerileri, duygu ve düşünceleri daha iyi gelişir.”
    Kafeci biraz gülümseyerek, yarı şaka yarı ciddi, bir uyarı yaptı:
    “Matematik ve Felsefe konularına kendini çok kaptıran kişiler, kendilerini nasıl bir geleceğin beklediğini bu filmde görebilir… Aslında çok kaptırmaya da gerek yok, lisede ve üniversitede öğrencilerin aldığı yoğun matematik, onları uyuşturup hayal dünyasında yaşatmak için yeterli oluyor.”
    Kitapçı Kadın:
    “Bakın, benim dükkanda, birçok alanda yüzlerce çeşit kitap var. Tıp Fakültesi kitapları, Mühendislik kitapları, Fizik kitapları, Kimya kitapları, Edebiyat, Tarih, Bilgisayar, Astronomi… Romanlar, dergiler, filmler… Bir insan, bu alanların hepsinde uzman olamaz, bu alandaki kitapların hepsini okuyup öğrenemez. Bir Tarihçi, Makine Mühendisliği’nin ayrıntılı bilgilerine girdiğinde, aklının almayacağı formüllerle, hesaplamalarla, farkı bilgilerle karşılaşır. Her alan, kendi içinde dallara ayrılmıştır, o da ayrı bir uzmanlık alanıdır… Bunların hepsini öğrenmeye, tüm bu bilgileri aklımızda tutmaya gücümüz yetmez. Ama bazıları açgözlü bir şekilde, her şeyi bilmek, öğrenmek, her alanda uzmanlaşmak istiyor. Her şeyi yapacağım derken, hiçbir şeyi tam yapamıyor. Sonra ‘Akıl Oyunları’ filmindeki gibi kafayı dağıtıyor.
    Hz.Ali’nin bir sözü var. ‘İlim bir noktadır, onu insanlar çoğaltmıştır.’ Bilgi sürekli artıyor. İlk zamanlara göre şimdi daha çok bilgi var. Ama insan, aynı insan. O halde yapmamız gereken; o bilgilerden kendimize faydalı olacak kadarını alıp, beynimizde uygun kategoriye koymak… Goethe, bunu şöyle ifade etmiş; ‘İnsan düzenli bir kafa yapısına sahip olmazsa, bilgisi arttıkça huzursuzluğu artar.’ Ben bu durumu, büyük alışveriş merkezlerindeki ürünlerin, belirli kategorilere göre raflara yerleştirmesine benzetirim. Ürünleri rastgele ortaya yığsalardı, aradığımız şeyi nasıl bulabilirdik? Depodaki malzemelerin istiflenmesi, kitapçıların elini atınca kitabı bulması gibi… Bilgi de öyle… Kendimize lazım olacak kadarını alıp, uygun bir kategoriye koymalıyız ve aradığımızda gelmeli… Açgözlü bir şekilde bilginin içine dalmak ve bir cd gibi bunları beynimize yüklemek, kendimize azap etmektir.”

    Kitapçı Kadın’ın söyledikleri ona mantıklı geldi. Cd gibi her şeyi beynine yükleyen insanlar, ona da normal gelmiyordu. Konuştukları A Beautifull Mind filmini üniversite yıllarında o da izlemişti. O zamanlar kendisi için pek bir anlam ifade etmeyen film, şimdi hayati derecede ders vericiydi:
    “Sanırım insanın başından bir olay geçtikten sonra, izlediği film veya okuduğu kitap daha anlamlı hale geliyor. Filmleri ve kitapları bir süre sonra yeniden gözden geçirmekte fayda var. Psikolojisi bozulmuş bir insanla yaşamanın nasıl bir şey olabileceğini daha önce hiç düşünmemiştim.”
    Bilgisayarcı filmden bahsetmeye devam etti:
    “Psikolojik bozukluğu olan biriyle yaşamanın zorluğu ve ne kadar tehlikeli olduğu, filmdeki birkaç sahnede dikkatimizi çekiyor. Kadın, bebeği küvete koyup musluğu açıyor ve kocasına emanet ediyor. Tam o anda, adamın gördüğü hayalet devreye giriyor ve bebekle kendisinin ilgileneceğini söyleyip, adamı uzaklaştırıyor. Halbuki bebekle ilgilenen gerçekte birisi yok… İşte böyle hayalet görmeler, sanrılar, sesler, vesveseler, ölümlere neden olabilir.
    Diğer bir sahnede ise, gördüğü hayaletler, eşini yok etmesi gerektiğini söylüyor. Hayaletler ona mantıklı gerekçeler üretiyor ve ikna edip zorla yaptırmaya çalışıyor. İşte o nedenle; hayaletler gören, sesler duyan biri ile yaşamak çok tehlikelidir. Her an yanlış bir sese kulak verip uygulamaya kalkabilir… Çünkü; gerçek ile hayali ayırt edemiyorlar...”
    Kitapçı Kadın:
    “Adamın evlenme teklif ettiği anlar da çok düşündürücüydü. Hayatı matematik ve mantıkla dolu bir adam, evlilik olayında bile mantık ve formül görmeye çalışıyordu. Ama kadının açıklaması müthişti, değil mi?”

akil-oyunlari-ask-icin-de-ispat-delil-ariyor

A Beautifull Mind-Akıl oyunları filminde, aşk için mantık, delil, ispat arayan ünlü matematikçiye kadının verdiği cevap.


 

A Beautifull Mind-Akıl oyunları filminde, aşk için mantık, delil, ispat arayan ünlü matematikçiye kadının verdiği cevap.

    Kafeci:
    “Psikolojik bozukluğu olan biriyle bilerek evlenmek, gerçekten çok büyük bir risk. Filmde, kadın sonradan fark ediyor. Anlamak zor tabi. Ama aile ipuçları verir. Sorunlu bir ailede yetişenler, cinsel istismara uğrayıp travma yaşayanlar, sonraki hayatlarında normali yakalayamıyorlar... Bazı aileler, kızlarının veya oğullarının sorunlu olduğunu bildiği halde gizliyor. Yeni tanıyan birinin anlaması kolay değil. Çok zeki görünüyorlar, anlaşılmıyor. Aslında fazla zeka, maneviyatı öldürüyor. Fazla zeki olanları dikkatli incelemek gerekir.
    Bir de aşırı sinirliyse dikkat etmeli. Sinirli bir kadın veya adam huzur vermez. Sinirlendiğinde nasıl davranacağınızı şaşırırsınız. Sussanız, yanından uzaklaşsanız; daha da çıldırır. Alttan alsanız, yumuşak davransanız; sinir krizleri sürekli hale gelir. Siz de sinirlenip bağırıp çağırsanız; ortaya şiddet çıkar. Ne yapacağınızı şaşırırsınız.”
    Bilgisayarcı:
    “Sinirli bir insanla baş etmek çok zor. Böyle durumlarda, empatik bir dille konuşup anlamaya çalışmak ve konuyu değiştirip dikkat dağıtmak çözüm olabilir. Söylediğiniz gibi, susmak veya bağırıp çağırmak, sorunu daha kötü hale getirebilir. En iyisi; sinirli, huysuz bir kadınla evlenmeyeceksin, huzur veren bir kadınla* evleneceksin. Onu da bulmak zor işte…”
    Kafeci, filmdeki adamın psikolojisinin bozuk olduğu, daha ilk başlarda biraz belliydi dedi ve anlatmaya başladı:
    “Filmde, hastalıkla ilgili birçok belirti göze çarpıyor. Donuk ve odaklanamayan bakışlar, kişisel bakımına önem vermeyen dağınık hali, yemek yemeyi unutması, tezini seçerken uzun süre kararsızlık yaşaması, yenilgiyi kabul edememesi, saygısız ve kaba olması, kendini şifre çözmeye kaptırıp görevlerini aksatması gibi. Başka şeyler de var tabi. Örneğin, bebek adamın kucağında bağırarak ağlıyor, ama adam hiçbir şey hissetmiyor. Donuk, buz gibi. Böyle hissiz, duygusuz insanlara dikkat etmek gerekiyor… Psikolojisi bozuk olan insanlar, kullandıkları ilaçlar nedeniyle; hissiz, donuk, halsiz, uyuşmuş, tepkisiz görünürler…”

    A Beautifull Mind-Akıl Oyunları filminin önemli sahnelerinden biri de, gerçek ile hayali ayırt etme sahnesidir. Psikiyatri Uzmanı: ‘Onun gerçekle olan bağlantısı kopmuş. Ona yardım edebilmemin tek yolu; gerçek olanla, hayali olan arasındaki farkı göstermek.’ Kadın, Psikiyatri Uzmanı’nın bu sözünü, ilginç bir yöntemle kocası üzerinde uyguluyor. Kocasının karşısına geçiyor ve neyin gerçek, neyin hayal olduğunu, uygulamalı olarak öğretmeye çalışıyor. Adamın elinden tutuyor ve kendi eline, yüzüne, imanına dokundurarak ‘İşte bu gerçek’ diyor.

akil-oyunlari-hayal-ile-gercek-mantik-ile-kalp-farkini-ogretiyor

A Beautifull Mind-Akıl oyunları filminde, kadının ünlü matematikçiye hayal ile gerçek farkını öğretmesi.


 

A Beautifull Mind-Akıl oyunları filminde, kadının ünlü matematikçiye hayal ile gerçek farkını öğretmesi.

    Matematik Profesörü, şizofreni hastalığını, aklıyla, mantığıyla çözebileceğini söylediğinde, Psikiyatri Uzmanı ona güzel bir ders veriyor… Her şeyi kendi aklıyla, düşüncesiyle, çözebileceğini zannedenler için ibretlik bir ders: ‘Çünkü problem, zaten aklının olduğu yerde.’
    A Beautifull Mind-Akıl Oyunları filminin en etkileyici ve düşündürücü sahnesi, filmin sonunda, Nobel ödülü alırken yapılan konuşmada geçiyor:
    “Hep sayılara inandım. İçinde bir mantık olan denklem ve hesaplara. Ancak, hayatım boyunca onlarla uğraştıktan sonra, mantık nedir diye soruyorum. Buna kim karar veriyor? Araştırmalarım sırasında Fizik, Metafizik ve hayal alemine de gidip geri döndüm. Ve kariyerimin en büyük buluşunu gerçekleştirdim. Mantıklı nedenler, yalnızca ama yalnızca, gerçek sevginin gizemli denkleminde bulunabilir.”

akil-oyunlari-nobel-toreni-konusmasi-mantik-degil-sevgi

A Beautifull Mind-Akıl oyunları filminde, Nobel ödül töreni konuşmasında John Nash, mantık ve formüller değil, sevgi önemli diyor.


 

A Beautifull Mind-Akıl oyunları filminde, Nobel ödül töreni konuşmasında John Nash, mantık ve formüller değil, sevgi önemli diyor.

    Olağanüstü zeki, dahi bir adam; uzun yıllar boyunca mantık, matematik ve formüllerle boğuştuktan sonra, bu sonuca varıyor... Sevginin iyileştirici gücü… Her şeyi aklıya, mantığıyla çözebileceğini düşünürken, kendini bu çıkmazdan sevginin gücüyle kurtarıyor.
    Sevginin gücü; çocuk dünyaya inmeden önce etkisini göstermeye başlar. Bir çocuğun yaşama iradesi, kadınla erkek arasındaki “aşk” olarak ortaya çıkıyorsa, sevgi yetersiz kaldığında çocuk dünyaya bile inemeyecektir.
    Dünyaya inmeyi ve daha sonra doğmayı başarmış çocuklar, eğer yeterli anne - baba sevgisi göremezse, hayatları boyunca, bu sevgi eksikliğinin onlara verdiği zararla boğuşmak zorunda kalıyor. Son yıllarda yapılan bilimsel araştırmalar ve görüntüleme teknikleri, anne sevgisinin, bebeğin beyin gelişiminde ne kadar çok etkili olduğunu ispatlamıştır.

beyin-ve-sevgi

Sevgi ve ilgi ile büyümüş normal bir bebeğin beyni ile, sevgisiz ve ilgisiz büyümüş bir bebeğin beyni arasındaki fark.

    Film hakkındaki konuşmaları bitmişti. Sevginin, akıl ve ruh sağlığı üzerindeki etkisini konuşuyorlardı. Bilgisayarcı, insan beynindeki bazı merkezlerden bahsetti:
    “Ventromedial Prefrontal Korteks* konusunu araştırabilirsiniz. Korteks konusu önemli. 7-8 yaşına kadar beynin gelişmesi devam ediyor. Eğer anne sevgisi ve ilgisi yoksa, bu kısım gelişmiyor. Çok eski zamanlarda, acımasız bir deney yapmışlar. Çocukları sadece yiyecek içecekle beslemişler ve anne-baba sevgisinden, ilgisinden uzak tutumuşlar. Yanlarında kimse konuşmuyormuş. Bir süre sonra, çocuklar hayatını devam ettirememiş ve ölmüş… Sevgi, ilgi, oyun, çocuğun gelişiminde çok önemli. Bu kadar önemli bir bilgiden, maalesef çoğu anne-baba adayları habersiz. Bu şaşılacak bir durum aslında. Nasıl böylesine kritik bir bilgiden, anne-baba adayları habersiz olabiliyor?  Dünyaya gelen bir insanın tüm hayatını etkileyecek bir hatayı nasıl yapabiliyorlar, anlamıyorum. Neden bunun eğitimi verilmiyor, neden bu konular gündemde tutulmuyor?”
    Kafeci:
    “Maalesef anne adayları, bazı temel bilgilerden yoksun. Dünyaya getirdikleri insanın, ömür boyu acı çekmesine neden olacak hatalar yapıyorlar. Bazen bu acılara kendileri de ortak oluyor... Geç evlilik ve ileri yaş gebeliği sonucu engelli doğan çocuklar, sevgisiz ve ilgisiz büyüyen çocuklar, aldatmalar ve boşanmalar sonucu ortada kalan çocuklar, travma yaşadığı için sorunlu hale gelen çocuklar… Devlet baştan tedbir alsa, anne-baba adayları için gerekli eğitimi verse, durum bu hale gelmez. Bence bu ehliyet kursundan daha önemli…”
    Bilgisayarcı:
    “Ventromedial Prefrontal Korteks’den bahsetmiştim az önce. Burada sorun varsa veya sonradan bir sorun oluşmuşsa, psikoloji falan kalmıyor. İnsan bir robota dönüşüyor… Merhametsiz, acımasız ve duygusuz bir robot. Dini duygular ve ahlak konusu da bu korteksle ilgili. Bu korteks, genetik olarak doğuştan hasarlı olabiliyor veya sonradan hasar görebiliyor. Beynin mantık tarafını fazla çalıştırmak, uyuşturucu kullanmak ve bazı ilaçlar, buradaki dengeyi bozuyor, hasara yol açıyor. Terör örgütleri, bir insanı acımasız bir robota dönüştürmüş ise, bu korteksi ilaç veya düşünce yoluyla etkilemiş demektir…”
    Bilgisayarcı biraz durduktan sonra, gizli bir konu varmış gibi sesini kısarak konuşmaya başladı:
    “Türkiye’de yaşandı… Herkes günlük yaşamdan tanıdığı ve normal bildiği bazı insanların; TBMM binasına, devlet kurumlarına ve sivil halka bomba atmasını anlayamadı… Nasıl yapabildiklerine şaşırdı... Sınav sorularını alarak devlet kadrolarını yerleşmelerini, diğer insanların emeklerini ve hayatlarını acımasızca yok etmelerini anlayamadı. Buna vicdanlarının nasıl izin verdiğini halk anlayamadı... Bu durumun psikolojik ve fizyolojik nedenlerini araştırmak yerine, herkes sadece sonuçlarını konuştu… Halkın, ‘bu vicdansızlığı nasıl yapabilirler’ dediği o kişiler, aslında korteksleri zarar görmüş, robot haline dönüştürülmüş kişilerdi. 
    Beyinlerindeki korteksin nasıl zarar gördüğü ve bu hale geldikleri konusunda iki olasılık var. Birincisi; sürekli okudukları kitap, tamamen mantık üzerine kurulmuş cümlelerle, benzetmelerle dolu. Beyinlerinin mantık tarafı çok gelişiyor ve bu konuşmalarına, davranışlarına bile yansıyor. Mantığına uydurduğu her şeyi yapıyor, acımıyor. İkincisi; kendi aralarında yedikleri geleneksel yiyeceğin içeriği etkili olabilir. Ama bu düşük ihtimal. Çünkü mantık kurarak yazılmış o kitabı okuyan diğer gruplarda da, benzeri tutarsız davranışlar görülebiliyor. Beynin sadece mantık tarafının geliştirip, duygusal tarafını geliştirmemek, insanı duygusuz bir robot haline dönüştürüyor...”
    Kafeci:
    “Bu konuda dolusun galiba. Sana hak veriyorum. Yıllarca sınava hazırlanan başarılı insanların hayatları mahvoldu. Çeşitli hilelerle, kumpaslarla, insanlar makamlarından oldular. Türkiye’nin o dönemi bir kabus gibiydi. Kimse ne olduğunu anlayamıyordu. Ben de, onların Kur’an-ı Kerim yerine, bir yazarın yazdığı kitabı okumalarını ve o kitabı kutsal hale getirmelerini bir türlü anlayamıyordum. ABD’de buna benzer gruplar var. İncil yerine birinin yazdığı kitabı kutsallaştırmışlar. Birçok özellikleri benziyor.”

    Bilgisayarcı’nın anlattıklarını dikkatlice dinliyor, konuyu dağıtmak istemiyordu. Dini ve siyasi konularda konuşmayı pek sevmez, sadece dinlerdi. Türkiye’de yaşanan olaylarla ilgili, o da şaşkınlık içindeydi:
    “Yaşanan olaylara baktığımızda, gerçekten çok acayip geliyor. Kimisi tabanı suçluyor, kimisi tavanı suçluyor, kimisi siyasetçileri suçluyor. Anlamak zor. Devletin makam ve mevkilerine yerleşirken, yüz binlerce gencecik insanın emeklerini ve geleceklerini yok ettiler... Bu hiçbir dinde ve ahlak anlayışında yok.”
    Bilgisayarcı:
    “Yanlış anlamayın. Ben dinimize bağlı ve saygılı biriyim. Ben o insanları aşağılamıyorum, hakaret etmiyorum. Onları o hale getirenlere kızıyorum… Dine ve gençlere zarar veren bir akımı eleştiriyorum. Bu akımın yaptıklarına bakarak, dini veya iyi niyetli dini grupları hedef alanlar; ya cahildir, ya da o akımın kılık değiştirmiş bir elemanıdır.
    Onları ayırt etmek, gerçekten çok zor. Her türlü kılığa girdikleri için, bazen solcu, bazen sağcı, bazen dinsiz rolüne bürünüyorlar. Konuşma ve davranışlarından belki anlaşılabilir. Yazar Nihat Genç, bir yazısında, onların özelliklerini uzun uzun anlatmış. Ben size özet geçeyim:
    Psikolojik sorunları olan ve ilaç kullanan insanlar gibi heyecansız, donuk, mayışmış ve ölü balık gözü gibi bakışları olur. Gözlerini odaklayarak bakmakta zorlanırlar. Zaman durmuş gibi acelesiz ve sakin davranırlar. Onlara bir gerçeği kabul ettirmek imkansızdır. Ama kendi istedikleri bir şeyi veya düşünceyi ısrarla kabul ettirinceye kadar yakanızı bırakmazlar, yapışırlar.”
    Kafeci Kadın:
    “Üniversitede benim de bildiğim arkadaşlarım vardı. O zamanlar herkes onları iyi biliyordu. Sonradan bazı olaylar ortaya çıkmaya başlayınca, insanlar mesafeli durmaya başladı. Özellikle memurluk sınavları, medya ve siyaset aracılığıyla yürüttükleri operasyonlar, herkesi şaşırttı. Yaptıklarını hiç kabul etmiyorlar da. Gözümüzle gördüklerimizi, yaşadıklarımızı, inkar ediyorlar. Hepsinin söylemleri, duygu ve davranışları, aynı kalıptan çıkmış gibi.”
    Bilgisayarcı özet geçmeye devam etti:
    “Bitirdiği üniversite veya geldiği makam; zekası ve yeteneği ile örtüşmüyorsa, hızlı yükselmişse, düşünmek lazım. Aşırı bir kibir ve kendine güven vardır ama içi boştur. Sinsilik ve samimiyetsizlik gözlenir. Arkanızdan sinsice kumpas kurarlar, sonra kendileri yapmamış gibi yüzsüzce karşınıza çıkarlar. Genel olarak espri yetenekleri gelişmemiştir. Yapılan bir espriye gülmezler, tepkisiz kalırlar. Korkunç ve üzücü bir olay karşısında telaşsız, tasasız, acımasız ve vicdansız görünürler. Olayı basit mantıksal çıkarımlarla normalleştirirler. Misery filminde, polisi öldüren kadının, ‘nasıl olsa bir gün ölecekti’ açıklaması gibi, saçma sapan mantıksal çıkarımlar yaparlar. Çok kolay yalan söylerler. İftira, yalan, kumpas gibi vicdansızlıkları, mantıklarına uydurdukları için normal görürler. Beyinlerinin mantık tarafını çok çalıştırdıkları için, dinden çıkma ve sapıtma ihtimalleri yüksektir. Genelde geldikleri son nokta ateizm olur. Şeytanı yanıltan mantık, onları da yanıltıyor.
    Tüm bu özelliklerin tek bir açıklaması var: Korteksleri zarar görmüş… Aynen psikolojik bozukluğu olan insanlar gibi... O nedenle; duyguları ve davranışları, psikolojik bozukluğu olan insanlara çok benziyor...”

    İkindi vakti olmuştu… Saatlerdir konuştukları konu, akıl ve ruh sağlığı bozulmuş insanlar üzerineydi. İnsanların akıl ve ruh sağlığı neden zarar görür? Neden bazı insanlar, duygu ve düşüncelerini dengede tutmakta zorlanır? Karşımızdaki bir insanın, normal olup olmadığını nasıl anlayacağız? Psikolojisi bozulmuş bir insanla dostluk veya evlilik mümkün mü? Sevginin iyileştirici gücü ve anne-baba sevgisinin, çocuğun tüm hayatını etkileyen müthiş yönü... Korteks’in bozulması, insanın duygu ve davranışlarını nasıl etkiler?
    Tüm bu konuşmalardan sonra, insanları daha iyi anlayabildiğini düşündü. Kendi duygu ve düşüncelerini fark etmiş ve onları dengede tutmanın önemini kavramıştı.
 
    Kitapçı Kadın ve Bilgisayarcı kafeden ayrılmıştı. Kısa bir süre sonra, Kafeci’nin babası geldi ve büroya geçti. Kafeci, babası ile ilgilendikten sonra geri geldi ve biraz sohbet ettiler. Tam ayağa kalkıp gitmeyi düşündüğü sırada, daha önce yaşlı adamın yanında gördüğü ilginç misafir, büroya doğru geçti. Üst düzey biri gibi görünen, temiz giyimli bu misafiri, ikinci defa görüyordu. Kafeci ile biraz daha konuştuktan sonra, büroya, misafirin yanına geçtiler.
    Büroda otururken, Kafeci, Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinden bahsetti:
    “İnsan; yeme-içme gibi fizyolojik ihtiyaçlarını giderdikten sonra, insana özgü basamaklara doğru yükseliyor. Sevgi, saygı, ait olma ve kendini gerçekleştirme… Alt basamakta kalıp, insana özgü üst basamaklara doğru çıkamayanlardan ben korkarım… Öğrenmeyle ilgili bilişsel gelişim ve ahlaki gelişim de, böyle basamaklar halinde ilerliyor.  Son basamaktaki “kendini gerçekleştirme” kavramının, dilimize doğru tercüme edilmediğini düşünüyorum. Çok derin ve geniş anlamları olan son basamak için, bu tercüme yetersiz kalıyor.”
    Son basamaktan biraz bahsettikten sonra, misafir bu basamağın “insan-ı kamil” veya “adem-i terakki” kavramlarıyla daha iyi anlaşılabileceğini söyledi. İnsanın içinde, kötülük yapması ve canının istediği gibi davranması için, sürekli emirler veren bir “nefis” olduğunu, nefsin de basamaklar şeklinde mertebeleri olduğunu anlattı. Bazı insanların, dürtüsel hareket edip, içinden gelen her kötü sese uyduğunu, bazılarının ise nefsini terbiye edip, daha olgun hale geldiğini anlattı. Nefsi; vahşi bir hayvana benzetti. Hayvanı terbiye edebilenlerin, ağır işleri ona yaptırabileceğini söyledi... 
    Kafeci’nin Babası:
    “Türk İslam kültüründe, çok eski zamanlardan beri var olan yerleşmiş kavramlar yerine, anlaşılması zor yeni kavramlar türetip, onları kullandılar. Eğitimde ve psikolojide bir boşluk oluştu. Eğitim bilimleri alanında çalışanlar ve öğretmen yetiştiren üniversiteler; Psikoloji ve Felsefe için türetilmiş yeni kelimeleri ezberlemeyi “öğretmen olmak” zannettiler… Ülkemizdeki sorunların kaynağı eğitim, eğitimde geri kalmamızın sebebi de budur… Hala birçok alanda bu hata yapılmaya devam ediyor. İngilizce lisanına yüzyıllardır sadece “selfie” eklendi. Ama biz, her yıl yeni kelime türetip, on yıl önceki nesil ile, şimdiki nesil arasındaki iletişimi koparıyoruz. Bilimi anlaşılmaz hale getiriyoruz. Tercüme kelimeleri ezberlemekle, bir şeyi öğrenmek arasındaki farkı ayırt edemiyoruz.”

    Misafirin bahsettiği kavramları daha önce pek duymamıştı. Daha sonra araştırmak üzere, bir kağıda “İnsan-ı kamil”, “Adem-i terakki”, “Nefsin mertebeleri” kelimelerini not etti. Misafir, Kur’an-ı Kerim’in ikinci suresinin ikinci ayetini besmele ile okuyup, anlamını söylemişti: “İşte o kitap, bunda şüphe yok; korunacaklar için hidayetin ta kendisi.” O ayeti de aldığı notlara ekledi.
    İnsanın ruh sağlığının ve kalbinin bozulmaması için, sevginin önemli olduğunu, son konuşmalarla iyice kafasına yerleştirmişti. Doğmadan önce, doğduktan sonra ve hayat devam ederken; sevgi, ilgi ve bağlılık hep devam etmeliydi... Tıp alanındaki son gelişmeler ve görüntüleme teknikleri, psikolojik bozukluklarla ilgili araştırmalar ve dini kaynaklarda anlatılan şeylerin hepsinin kesiştiği nokta aynıydı… Sevgi, ilgi ve bağlılık…

    Mutlu bir insan olmanın yolunu öğrenmiş olmanın verdiği huzurla, evine doğru yavaş yavaş yürüdü…


SON


Kitap Bittti. Kitap hakkındaki yorumlarınızı yazabilirsiniz.

Yorum Yaz

 
Facebook Twitter Whatsapp